11 Aralık 2014 Perşembe

Soba

Sabah ezanı okunuyordu. Hava çok soğuktu. Dışarıda ki soğuk hava çatıda sarkıklar oluşturmuştu. Hayriye hanım tülbentini örtüyordu. Aklaşmış saçları yılların yorgunluğunu anlatıyordu sanki. Evin içi buz gibiydi; Belki dışarıdan daha soğuktu. Hemen kapının önünde yığılı biçimde duran önceden kırılmış odunlardan bir kaçını alarak sobayı tutuşturdu. Sobanın hemen üzerinde bir ibrik göze çarpıyordu. İçi suyla doluydu sobanın ısınmasıyla içindeki su ara sıra taşıyordu. Hemen sobanın üzerinde gerilmiş bir ip ve ipin üstünde ise kara şalvar göze çarpıyordu.

Dışarıda siren sesleri geliyordu. Ahmet yer yatağından doğruluyordu. Hayriye hanım yere sofrayı kurmuştu. Sofrada bir kaç dilim peynir birde üçüncü gününü doldurmuş bayat ekmek vardı. Sobanın üzerinde ki demlik kaynıyordu. Ahmet büyük bir uğraşla yatağından doğrulmuş, sofraya oturmuştu. Ağzına bir lokma bayat ekmek bir kaç ufak dilimde peynir koydu. Yatağına uzandı. Elleri ve ayakları buz gibiydi. İçerisi ısınmıştı ama Ahmet ısınamıyordu; donuyordu adeta, kemikleri üşüyordu. Yorganı başına kadar çekti. Kabuslar içerisinde uykuya daldı. Hayriye hanım endişeli şekilde bekliyordu. Belki oğlunu bir daha göremeyecekti...  

27 Kasım 2014 Perşembe

SUÇLU


SUÇLU

Hava karanlıktı, soğuktu sessizdi. Bir anda bir ışık parladı yüzüne sendeledi, şaşkındı. Ne olacak bana diye düşünüyordu. Neden ben diye de kafasından türlü sorular geçiyordu. Bulunduğu durumdan hiç de memnun olmadığı gibi yargılıyordu hayatı...

Bu durumu nasıl aşabilirdi. Aşmalıydı ama ne yapabilirdi ki hayat onu bir kez daha zor duruma düşürmüştü. Eskiden düştüğü zor durumlardan nasıl kurtulduğunu nasıl bu günlere gelebildiğini aklından geçiriyordu. Önceki zorlukları bir bir aşmıştı ama bunu nasıl aşacaktı. Bu seferki durum diğerlerinden farklıydı önceleri de türlü olaylara karışmış ancak ufak tefek cezalarla atlatmış yada yakalanmamıştı. Ama bu ilk defa başına geliyordu.

Havanın soğuk olması da kendini etkilese de, o neden bu kadar üşüdüğünü biliyordu. Çünkü bir saat önce aynı sokaklarda yürürken ellerini cebine dahi sokmuyordu. Paltosunun yakaları kalkık değildi. Ama şimdi adeta kemikleri donuyordu. Ürperiyordu sürekli, bu havanın soğukluğuyla gelen bir üşüme değildi, içinden geliyordu. Bulunduğu psikolojik durum onu bu denli üşütüyordu.

Teslim olma ihtimali aklının ucundan dahi geçmiyordu. Sadece bir fikir arıyordu, bu işten nasıl kurtulurum daha önce kurtulmuştu, ama bu cinayetti nasıl kurtulabilirdi ki.

Bir çok olaya karışmasına rağmen bu tür bir suç hiç işlememişti. İstemeyerek olmuştu, tahrik edilmişti belkide bunlar olmuştu ama bunları nasıl ispatlardı, ispatlasa bile yinede ceza almaktan kurtulamazdı. Belkide ispatlayamayacaktı. En ağır cezayı alacaktı. Ölüm cezası acaba ölümü nasıl olacaktı. Asılarak mı idam edilecekti, zehirli iğneyle mi yoksa elektirikli sandalyeyle mi, belki de teslim olmamalıydı. Arkasında kimi bırakacaktı çok sevdiği küçük kızını mı yoksa her gün eve iki dilim ekmek bekleyen karısını mı. kaçmasa ölecekti ama diğer türlü daha kötüsü olacaktı.

Bu düşüncelerle uçurumun kenarına doğru yürüdü. Durdu birden bir adım ötede ölüm vardı. Geri dönse mahkemeler, yargı, adalet vardı. Adalet bunun neresindeydi. Belki biraz parası olsa haklılığını ispatlaya bilirdi ama yoktu. Gitmeliydi çok uzaklara hiç kimsenin gelemeyeceği yerlere belkide öteki yere...