Sabah ezanı okunuyordu. Hava çok soğuktu. Dışarıda ki soğuk hava çatıda sarkıklar oluşturmuştu. Hayriye hanım tülbentini örtüyordu. Aklaşmış saçları yılların yorgunluğunu anlatıyordu sanki. Evin içi buz gibiydi; Belki dışarıdan daha soğuktu. Hemen kapının önünde yığılı biçimde duran önceden kırılmış odunlardan bir kaçını alarak sobayı tutuşturdu. Sobanın hemen üzerinde bir ibrik göze çarpıyordu. İçi suyla doluydu sobanın ısınmasıyla içindeki su ara sıra taşıyordu. Hemen sobanın üzerinde gerilmiş bir ip ve ipin üstünde ise kara şalvar göze çarpıyordu.
Dışarıda siren sesleri geliyordu. Ahmet yer yatağından doğruluyordu. Hayriye hanım yere sofrayı kurmuştu. Sofrada bir kaç dilim peynir birde üçüncü gününü doldurmuş bayat ekmek vardı. Sobanın üzerinde ki demlik kaynıyordu. Ahmet büyük bir uğraşla yatağından doğrulmuş, sofraya oturmuştu. Ağzına bir lokma bayat ekmek bir kaç ufak dilimde peynir koydu. Yatağına uzandı. Elleri ve ayakları buz gibiydi. İçerisi ısınmıştı ama Ahmet ısınamıyordu; donuyordu adeta, kemikleri üşüyordu. Yorganı başına kadar çekti. Kabuslar içerisinde uykuya daldı. Hayriye hanım endişeli şekilde bekliyordu. Belki oğlunu bir daha göremeyecekti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder