KİME NİYET KİME
KISMET
Sabah saat: 06:30
telefonumun alarmı bir çığlığı andırırcasına çalıyor. İçeriden annem, ‘’Kapat
şu alarmı’ diye haykırıyor. Hemen yanı başımda çalan alarm, annemi uyandırmış
ancak ben hala uyanmamak için direniyorum. Alarmdan değil ama annemin
ikazlarının artması üzerine zorlada olsa sıcak yatağımdan kalkıyorum. Bir süre
her zaman yaptığım gibi kendime gelmek için yatağımda oturuyorum, yüzümde
uykunun vermiş olduğu mahmurlukla iki elimi yummuş hararetle gözlerimi
ovuşturuyorum. Bir anda hamle yapıp kalkıyorum. İçerisi kapkaranlık, odanın
penceresine yöneliyorum. Gece perdesini açıyorum. Hava puslu ‘Göz gözü
görmüyor’ diyecek kadar…
İçimden
bir ses, bu saatte kalkılır mı ? diye soruyor kendi kendime… Herkes uyurken
neden ben bu saatte kalkmak zorundayım diye iç geçiriyorum derinden bir
nefesle... Sorgularcasına hayatı… Bu cevapsız soruları bir kenara bırakarak,
tuvalete yöneliyorum yalın ayak… Her sabah uyku mahmurluğunu atmak için rutin
olarak yaptığım gibi yüzümü yıkıyorum buz gibi suyla…
Hafta
içi yaptığım kahvaltının aksine, buzdolabından bir şeyler atıştırıyorum hızlıca
her zaman yaptığım yavaş ve keyifli kahvaltının yerine, geçiştiriyorum günün en
önemli öğününü, gazetenin servisine yetişme telaşıyla…
Dün
geceden planladığım elbiselerle üzerimi değiştiriyorum, aynı hız ve telaşla…
Nihayet
atıyorum kendimi dışarıya hava soğuk, puslu ve yağmur çok şiddetli olmasa da
yağmakta, dönüp şemsiye almanın zaman kaybettireceği düşüncesiyle yağmuru
aldırmadan koşuşturuyorum. Evime iki sokak ötede olan servisin beni gazeteye
gittiğim günlerde aldığı Bakırköy’deki
Garanti Banka’sı şubesinin önüne varıyorum nihayet. Etraftaki koşuşturan
insanları görünce rahatlıyorum. İçten içe ‘Tek sen değilsin sıcak yatağından
kalkıp koşuşturan’ diyorum içime bir soğuk su
dökercesine…
Saat: 07:12 Ancak beni
07:10 gibi alan servis 20 dakika gecikmeyle geliyor. Yağmuru hesaba katmadığım
için; İstanbul’da yağmur yağdığında zaten yavaş olan ve bir hayli ağır
ilerleyen trafik, daha da yavaşlar ve durma noktasına gelir. Bunu bildiğimden
servisin neden geç kaldığını tahmin etmekte zorlanmıyorum. Her zaman yaptığım
gibi ‘’ Günaydın’’ deyip gelen servise aceleyle biniyorum.
Günlerden Cumartesi
yoğun bir hafta içi temposundan ardından ‘’Yerinde Uygulama’’ dersini
gerçekleştirmek için Hürriyet gazetesinin İstihbarat servisindeyim. Burası haberin
aktığı ve merkezi denilebilecek bir birim, adeta çalışanlar bir saat gibi
çalışmak zorundalar. İstihbarat servisinin başında yılların gazetecisi Celal
KORKUT var. Soyadının hakkını verircesine Celal ağabey muhabirleri başta olmak
üzere herkesin korktuğu çekindiği usta gazetecilerden. Yılların vermiş olduğu
gazetecilik tecrübesinin yanında söz konusu haber olduğunda kimsenin gözünün
yaşına bakmaz. Haber atlamak onun şefliğini yaptığı istihbarat servisinde
mümkün değildir. Rivayete göre bir muhabir, Celal ağabey’in, gönderdiği haberi
atlar bunun üzerine gazeteye gelmeden istifasını verir. Bu rivayet ne kadar
doğrudur bilinmez ama Celal ağabeyi, tanırsanız doğruluk payının çok yüksek
olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Aslında Celal ağabey, o sert yapısının
altında şakacı, yumuşak yürekli, çalışanlarını her zaman koruyan bir yapıdadır,
muhabirlerinin değimiyle babacandır.
Gazetenin ikinci
katında bulunan istihbarat servisine çıkıyorum. Uzun koridordan yürürken Celal
Ağabeyin, ikinci istihbarat şefi yada Celal ağabey, olmadığında yerini dolduran
Eyüp S, ile sade börek (Kürt böreği) bolca şeker pudrasına banarak midelerine
indirdikleri hemen gözüme çarpıyor. Aynı zamanda yaklaştıkça konuşmalarının da
bugün yapılacak olan haberler üzerine gerçekleştiğini anlıyorum.
‘Günaydın, afiyet olsun’ diyorum. Celal ağabey,
‘‘ Günaydın, gel bakalım’’ diyor. Eyüp ağabey, ise ‘‘Günaydın, sandalye çek
diyor’’ ‘’ Teşekkürler ben evde sıkıca bir kahvaltı yaptım. Afiyet olsun.’’
Dedikten sonra yerime geçmek için izin istiyorum. Celal ağabey ‘’Biz yemeğe
devam edebilir miyiz?’’ diyor. Soruyu anlamış olsam da ‘’ Anlamadım Celal
ağabey diyorum.’’ Soruyu ısrarla tekrar ediyor. ‘’Estağfurullah’’ diyorum.
Ciddi tavrını hemen gülümseme alıyor. Ayağa kalkıp ‘’ Hoş geldin’’ diyor ve
elimi sıkıyor. Şaşırmış olsam da bende tokalaştıkdan sonra gülümseyerek yerime
geçiyorum. Gazeteye hafta sonları gittiğimden her hafta sonu Celal ağabey’in
çeşitli şakalarına maruz kalıyorum diyebilirim. Bundan şikayetçide değilim
aslında…
Bizim birimde hafta sonu olduğundan olacak ki
Celal ağabey, Eyüp ağabey ve stajyer olarak ben varım. Yavaş, yavaş diğer
muhabirlerde yerlerini alıyorlar. Ayşegül abla, Burcu abla, Özge abla
geliyorlar. Ben genelde Burcu abla ile haberlere gidiyorum. Burcu abla
sıcakkanlı, cana yakın, konuşkan bir yapıda bende konuşmayı ve soru sormayı
sevdiğimden sık, sık burcu ablayı sorularımla bunaltıyorum.Burcu abla, Haber
yazarken bile soru sormayı ihmal etmiyorum. Tabii abartmamak şartıyla…
Burcu abla, bana CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun, bugünkü programına ulaşabilir misin diye
soruyor. Bende kendimden emin bir tavırla tabiî ki diye yanıtlıyorum. Bir süre
interneti taradıktan sonra Kılıçtaroğlu’nun, programına ulaşıyorum. ‘’Burcu
abla buldum.’’ ‘’ Bak bakalım neredeymiş ? Saat kaçtaymış ?’’ ‘’ Saat 12’de
Atatürk Havaalanından ABD uçmadan önce basın açıklaması yapıcakmış’’ diyorum.
Burcu abla ‘’Tamam o haber bugün bizde biz gideceğiz.’’ Diyor. Bu yanıtın
ardından seviniyorum. Çünkü ofis de çalışmaktan ziyade sahada olmayı her zaman
daha fazla seviyorum. Bizim mesleğinde en güzel ve heyecanlı tarafı da bence
bu.
Nihayet zaman geliyor.
Burcu ablayla sıkı sıkıya montlarımızı, atkılarımızı ve sırt çantalarımızı yani
kısaca tüm ekipmanlarımızı alarak iniyoruz gazetenin önüne…
Gazetede muhabirleri
götüren şoförler var. Bir süre durakta bekledikten sonra araç geliyor. Burcu abla
öne bende arkaya olmak üzere araca biniyoruz. Burcu abla Adem ağabeye, ‘’Atatürk Hava Alanına’’ diyor. Adem ağabey,
‘’ Tamam’’ yanıtını veriyor. Yol boyunca Adem ağabey trafik den yakınıyor.
Burcu abla ise evet, doğru, haklısın kelimeleriyle muhabbetden adeta kaçıyor.
Ben ise arkada sessizce olup biteni izliyorum.
Atatürk Hava Alanına
nihayet varıyoruz. Ancak ortada bir sorun var. Aynı gün Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’da, havaalanında olacak ve haliyle basın açıklaması yapacak. CHP Lideri
Kemal Kılıçtaroğlu, nerede konuşmasını gerçekleştirecek. Burcu abla ‘’ İki
seçenek var ya depoda konuşma yapacak yada VİP salonda’’ diye mırıldanıyor.
Belli değil mi ? Burcu abla diyorum. Belli olmaz diyor.
‘’ Soralım o zaman ‘’
‘’ Kime sorucaksın?
‘’ Şurada bekçi var ona sorarız. ‘’
‘’ Sor gel bakalım ‘’
‘’ Tamam ‘’
‘’ Merhabalar, ben
Hürriyet gazetesinden geliyorum. Kemal Kılıçtaroğlu basın açıklamasını nerede
yapacak acaba bir bilginiz var mı ? ‘’
‘’ Burada yapmayacak
bildiğim kadarıyla ama bilmiyorum tam olarak nerede olacağını ‘’
‘’ Tamam teşekkür
ederim.’’
‘’ Burcu abla sordum
tam olarak bilmiyormuş ama depoda yapmayacak’’ dedi diyorum. Burcu abla atla
arabaya buluruz şimdi diyor. Saatine bakıyor ve hay Allah 5 dakika kaldı
toplantıya da diye mırıldanıyor. Beni de bir telaş alıyor. Başbakanda
geleceğinden her yerde Polisler bekliyor. Burcu abla Polis memurlarına sorsak
bilirler diyorum. Soralım o zaman diyor. Köşede bekleyen bir memura Burcu abla,
‘’Hürriyet gazetesi, Kemal Kılıçtaroğlu basın
açıklamasını nerede yapacak bir bilginiz var mı ?’’
‘’ VİP salonda yapıyor olması lazım.’’
‘’ Nasıl gidebiliriz
VİP salonuna’’
‘’Şimdi havaalanından
çıkın oradan düz devam ettik den sonra sağ tarafta tabelada havaalanı VİP
salonuna giriş tabelası var. O tabelayı takip edin çıkarsınız.’’
‘’Peki çok teşekkürler,
kolay gelsin’’
Memur hafif bir kafa
hareketiyle bizi selamlıyor. Burcu abla ve ben telaşla bekliyoruz. Nihayet
Polis Memurunun tarif ettiği tabela önümüze çıkıyor. Yolu takip ediyoruz ve
Birçok Polis Memurunun olduğu Hava Alanının VİP salonuna giriş yapıyoruz.
Adem ağabey, VİP
salonunun önüne bizi bırakıyor. İner inmez omzundaki apoletlerden anlaşılacağı
gibi yüksek rütbeli bir Polis Memuru bize bakıyor. Kim olduğumuzu soracağını
anladığından olacak yada ben öyle tahmin ediyorum. Burcu abla polis memuru
sorusunu soramadan ‘’Hürriyet gazetesi, Kemal Kılıçtaroğlu, geldi mi? Bilginiz
var mı ?’’ ‘’
Bilmiyorum ama basından bir çok kişi içeride. ‘’ Cevabını veriyor. Burcu
ablayla, ben koşarak salona giriş yapıyoruz. Aman allahım içeride bir basın
ordusu var desek yalan olmaz. Gazeteciler tıpkı savaşa hazırlanan askerler gibi
fotoğraf makineleri, kameralarıyla adeta siper almış bekliyorlar. Birkaç AKP’li
bakandan sonra nihayet CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, giriş yapıyor.
Birden flaşlar patlıyor, bizde tabiî ki bu mevzilerde yerimizi almış fotoğraf
çekiyoruz. Korumalar kameraların önünden geçiyorlar ve bir itiş kakış oluyor.
Gazetecilerden bazıları tepki veriyor.
‘’ Ya kardeşim
çekilsene kameranın önünden’’
Diğer bir gazeteci,
‘’ Durmayın orda
çekilin be’’
Korumalarıyla birlikte Kemal Kılıçtaroğlu,
büyük bir hengameyle salona geçiyor. Burcu ablaya ‘’ Yakalaya bildin mi güzel
fotoğraf ‘’ diye soruyorum merakla ‘’Bilmiyorum ki umarım yakalamışızdır’’ diye
cevaplıyor. Biraz gülümseme biraz kaygılı bir tavırla… Umarım diye cevaplıyorum
tüm içtenliğimle…
Büyük bir gazeteci
grupla beraber geçiyoruz VİP salona. Salonda en ön sırayı kapıyorum hemen Burcu
abla ise sol tarafta iki sıra arkada kalmış. Montumu çıkarıp sandalyenin
üzerine koyuyorum. Başkası yerimi almasın diye. Burcu ablanın yanına gidiyorum.
Sırt çantası bende not kağıdını ve kalemini alıyor içerisinden.
‘’Burcu abla, gel
istersen sen ön tarafa geç daha rahat olur.’’
‘’Yok, yok sen otur ben
buradan hallederim.’’
‘’Tamam sen bilirsin.’’
‘’Gel şu ses kayıt
cihazlarını koyalım masaya.’’
‘’Bende ses kaydı
alıyım mı?’’
‘’Al sende ne olur ne
olmaz.’’
‘’Tamam’’
Ses kayıt cihazlarımızı
koyuyoruz, mikrofonların yanına dikkatlice…
Yerimize geçiyoruz ve
bekliyoruz…
Kemal Kılıçtaroğlu,
salona giriyor. Kendine has sakin tavrıyla…
Flaşlar patlamaya
başlıyor. Bu sefer gazeteciler oturdukları sandalyelerde bir sağa bir sola bir
yukarı bir aşağıya hamleler yaparak güzel bir kare yakalamaya çalışıyorlar.
Bende elimde not kağıdı ile ayak, ayak üzerine atmış konuşmayı bekliyorum
sabırsızlıkla. Rahatım çünkü fotoğraf çekme görevi Burcu ablada, bir yandan da
Burcu ablaya, bakıyorum. Oda her gazeteci gibi iyi fotoğraf çekme çabası
içerisinde. Kemal Kılıçtaroğlu, ABD gezisi öncesi rutin bir basın açıklaması
yapıyor. ABD gezisi esnasında CHP heyetinin gideceği, ziyaret edeceği yerleri
anlatıyor. Kılıçtaroğlu’nun rutin demeci bittik den sonra gazeteciler gündeme
ilişkin sorularla sıkıştırıyorlar CHP liderini ancak geçiştirme ve kaçak
cevaplarla soruları cevaplamıyor Kılıçtaroğlu, sorular bitmeyince ‘’Teşekkürler
arkadaşlar’’ diyerek basın toplantısını bitiriyor. Burcu ablayla birlikte
ekipmanlarımızı topluyoruz. Notlarımızı yokluyoruz. Ses kayıtlarımızı kontrol
ediyoruz. Bir sorun olmadığını görünce seviniyoruz. VİP salonun önüne
çıkıyoruz. Burcu abla 10 yıldır aktif şekilde muhabirlik görevini yürüttüğü
için gazeteci çevresi bir hayli geniş, arkadaşlarını görüyor. Sigarasını
yakıyor ve konuşmaya başlıyor. Bir gazeteci ise bize Kemal Kılıçtaroğlu’nun,
sorulan bir soru üzerine ne cevap verdiğini soruyor. Ses kayıt cihazından o
kısmı bulmaya çalışıyorum. Bir yandan da Burcu abla, aklında kaldığı kadarıyla
aktarmaya çalışıyor cevabı…
Bir anda o sakin hava
değişiyor. Herkes koşuşturmaya başlıyor. Burcu ablada sigarasını atıp koşmaya
başlayınca bende takılıyorum peşine. Koştura, koştura VİP salonunun önüne
tekrar geliyoruz. Biz ilk gelen birkaç gazeteciden biriyiz. Oda ne CHP
Milletvekili Kamer Genç, daha önceden başbakanın karısı hakkındaki sözlerini
açıklıyor. Burcu abla, hemen ses kayıt cihazını çalıştırıyor. Bende omzumdaki
fotoğraf makinesini alıyorum. Burcu ablanın işaretiyle kendime iyi bir yer
bulup güzel fotoğraf çekmeye çabalıyorum. Çok deneyimli olmadığımı bilen Burcu
abla arkadan bana el işaretiyle gel diyor. Anlıyorum hemen yanına gidiyorum.
Ses kayıt cihazını elime tutuşturuyor. Fotoğraf makinesini alıp bu sefer
geçiyor o Kamer Genç’i, fotoğraflamaya… Kamer Genç, korsan denilebilecek bir
açıklama yapıyor aslında bu benim görüşüm ancak bunu tabiî ki haberde bu
şekilde aktarmıyoruz. CHP lideri Kemal kılıçtaroğlu’nun, konuşmasını gölgede
bırakacak bir açıklama yapılmasını zannediyorum ki CHP ve gayet tabii genel
başkanı istemeyecektir. Ancak Kamer Genç, kendine has üslubuyla konuştukça
konuşuyor. Bizde görevimizi yapıyoruz. O sırada arkadan beklenen Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’da VİP salonunun önünden makam aracıyla geçiyor. Gazeteciler,
‘’Efendim şu anda Başbakan geçiyor. Tuhaf bir tesadüf oldu ne diyeceksiniz.’’
Sorusu üzerine ‘’ Geçerse geçsin canım banane ‘’ cevabını veriyor. Kamer Genç,
sonunda konuşmasını bitiriyor. Bizde haberi atlamadığımız için seviniyoruz
tabiî ki bunun adı bir taşla iki kuş…
Burcu ablaya şimdi
hangi haberi yazacağız diye soruyorum. İlk Kamer Genç, yazacağız diye
tereddütsüz bir şekilde cevaplıyor. CHP Genel Başkanının konuşması ikinci plana
atılıyor, Kamer Genç, haberi öne alınıyor. Kime niyet kime kısmet…
Burcu ablayla beraber
şoför Adem Ağabeyi arıyoruz. Hemen haberi geçmemiz gerek. Bazı gazeteciler
kaldırımlarda oturmuş bir yandan kulaklıkla ses kayıtlarını çözümlerken bir
yandan da haberi yetiştirme telaşı içerisindeler. Benimde aklımdan geçiyor
aslında haberi bir yerde oturup yazmak ama söyleyemiyorum, tabiî ki nede olsa
stajyerim yılların muhabiri olan Burcu ablaya, akıl verecek değilim ya.
Aklımdan geçse de sesimi çıkarmıyorum. Burcu abla, ‘’ Neredesin sen Adem ağabey
ya’’ diye sitem ediyor. Adem ağabey ise umursamaz bir tavırla ‘’Şoför
arkadaşlarla muhabbet ediyordum.’’ Diye cevaplıyor. ‘’ Neyse hemen gidelim
haberi yetiştireceğiz. ‘’ diye telkinde bulunuyor Burcu abla. Araca biniyoruz.
Burcu abla,
‘’ Burhan ver şu arkadaki çantayı yoksa
yetiştiremeyeceğiz haberi. ‘’
Veriyorum hemen
içindeki dizüstü bilgisayarı alıp bana da
‘’ Ses kaydı almıştın
değil mi ? ‘’ diye soruyor. Aldım diye yanıtlıyorum.
‘’ Tamam aç hemen
çözümleyelim. ‘’ hızlıca açıyorum ses kaydını ben okuyorum Burcu abla, yazıyor.
Kamer Genç’in, konuşmaları hazırlıksız olduğundan mı ? Bilinmez çoğu devrik cümlenin yanında bazı
cümlelerde tam anlamıyla ucu açık denilebilecek şekilde söylenmiş. Bunun için
haberi yazarken döne, döne başa sarıyoruz ses kaydını. Ben kan ter içinde
kalıyorum. Burcu abla şu montumu çıkarıyım yoksa bayılacağım diye izin istiyor
ve cevabını beklemeden bir iki saniyede çıkarıyorum montumu devam ediyorum ses
kaydını okumaya. Gazeteye varıyoruz ama hala haber bitmiş durumda değil.
Üstümüzü başımızı apar topar araçtan toplayarak, atıyoruz kendimizi gazeteye
içeri giriyoruz ancak ikinci kata çıkmıyoruz. Haber yetişmesi için turnikeleri
geçince içeride bulunan misafir veya dinleme salonu olarak dizayn edilmiş yere
oturuyoruz ve devam ediyoruz haberi yazmaya. Çekilen fotoğraflardan seçim
yapıyor Burcu abla, haber nihayet bitince bu arada sürekli telefonu çalıyor
Burcu ablanın arayan istihbarat ikinci şefi Eyüp ağabey, sürekli haberin gidişi
hakkında bilgi alırken bir yandan da ‘’ Gönder artık Burcu şu haberi’’ diye
sitem ediyor. Burcu ablada elinden gelen bütün hızıyla haberi bitiriyor ve
gönderiyor.
Yukarıya çıkıyoruz.
Eyüp ağabey, habere hızlıca göz atıyor. Bazı yerlerini değiştiriyor. Yan
başlıklar ekleyerek haberi hazırlıyor. Hemen istihbarat servisinin yan
tarafında bulunan yazı işleri bölümüne adeta ikaz ederek, ‘’ Ajanstan
kullanmayın gönderiyorum haberi. ’’ diye bağırıyor. Sonunda haber yazı işlerine
ulaşıyor ve bizim bugünlük işimiz son buluyor.
Burcu abla, ‘’İşimizi haletlik hadi inip bir
şeyler yiyelim.‘’ diyor. Burcu ablanın, bu telkininden sonra bende acıktığımın
farkına varıyorum. ‘’ Tamam Burcu abla’’ diyerek haberi atlamadan yetiştirmenin
vermiş olduğu mutlulukla yemek hanenin yolunu tutuyoruz. İştahla yemekleri
adeta silip süpürüyorum. Ama Burcu abla benim kadar iştahlı değil. Eminim ki
çok daha önemli haberlere imza atmış ve benim başarı olarak
nitelendirebileceğim bu durumu rutin bir şekilde algılamıştı. Bu durum doğaldı
tabiî ki Burcu abla on yıllık muhabirlik geçmişinin ardından böyle ufak işlerle
mutluluk yaşayacak bir gazeteci değildi. Ama benim için bu haber paha biçilemez
bir deneyim olmuştu.
BURHAN
SANUK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder