3 Eylül 2015 Perşembe

KİME NİYET KİME KISMET

            KİME NİYET KİME KISMET

Sabah saat: 06:30 telefonumun alarmı bir çığlığı andırırcasına çalıyor. İçeriden annem, ‘’Kapat şu alarmı’ diye haykırıyor. Hemen yanı başımda çalan alarm, annemi uyandırmış ancak ben hala uyanmamak için direniyorum. Alarmdan değil ama annemin ikazlarının artması üzerine zorlada olsa sıcak yatağımdan kalkıyorum. Bir süre her zaman yaptığım gibi kendime gelmek için yatağımda oturuyorum, yüzümde uykunun vermiş olduğu mahmurlukla iki elimi yummuş hararetle gözlerimi ovuşturuyorum. Bir anda hamle yapıp kalkıyorum. İçerisi kapkaranlık, odanın penceresine yöneliyorum. Gece perdesini açıyorum. Hava puslu ‘Göz gözü görmüyor’ diyecek kadar…

            İçimden bir ses, bu saatte kalkılır mı ? diye soruyor kendi kendime… Herkes uyurken neden ben bu saatte kalkmak zorundayım diye iç geçiriyorum derinden bir nefesle... Sorgularcasına hayatı… Bu cevapsız soruları bir kenara bırakarak, tuvalete yöneliyorum yalın ayak… Her sabah uyku mahmurluğunu atmak için rutin olarak yaptığım gibi yüzümü yıkıyorum buz gibi suyla…
            Hafta içi yaptığım kahvaltının aksine, buzdolabından bir şeyler atıştırıyorum hızlıca her zaman yaptığım yavaş ve keyifli kahvaltının yerine, geçiştiriyorum günün en önemli öğününü, gazetenin servisine yetişme telaşıyla…

            Dün geceden planladığım elbiselerle üzerimi değiştiriyorum, aynı hız ve telaşla…
            Nihayet atıyorum kendimi dışarıya hava soğuk, puslu ve yağmur çok şiddetli olmasa da yağmakta, dönüp şemsiye almanın zaman kaybettireceği düşüncesiyle yağmuru aldırmadan koşuşturuyorum. Evime iki sokak ötede olan servisin beni gazeteye gittiğim günlerde aldığı  Bakırköy’deki Garanti Banka’sı şubesinin önüne varıyorum nihayet. Etraftaki koşuşturan insanları görünce rahatlıyorum. İçten içe ‘Tek sen değilsin sıcak yatağından kalkıp koşuşturan’ diyorum içime bir soğuk su  dökercesine…

Saat: 07:12 Ancak beni 07:10 gibi alan servis 20 dakika gecikmeyle geliyor. Yağmuru hesaba katmadığım için; İstanbul’da yağmur yağdığında zaten yavaş olan ve bir hayli ağır ilerleyen trafik, daha da yavaşlar ve durma noktasına gelir. Bunu bildiğimden servisin neden geç kaldığını tahmin etmekte zorlanmıyorum. Her zaman yaptığım gibi ‘’ Günaydın’’ deyip gelen servise aceleyle biniyorum.

Günlerden Cumartesi yoğun bir hafta içi temposundan ardından ‘’Yerinde Uygulama’’ dersini gerçekleştirmek için Hürriyet gazetesinin İstihbarat servisindeyim. Burası haberin aktığı ve merkezi denilebilecek bir birim, adeta çalışanlar bir saat gibi çalışmak zorundalar. İstihbarat servisinin başında yılların gazetecisi Celal KORKUT var. Soyadının hakkını verircesine Celal ağabey muhabirleri başta olmak üzere herkesin korktuğu çekindiği usta gazetecilerden. Yılların vermiş olduğu gazetecilik tecrübesinin yanında söz konusu haber olduğunda kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Haber atlamak onun şefliğini yaptığı istihbarat servisinde mümkün değildir. Rivayete göre bir muhabir, Celal ağabey’in, gönderdiği haberi atlar bunun üzerine gazeteye gelmeden istifasını verir. Bu rivayet ne kadar doğrudur bilinmez ama Celal ağabeyi, tanırsanız doğruluk payının çok yüksek olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Aslında Celal ağabey, o sert yapısının altında şakacı, yumuşak yürekli, çalışanlarını her zaman koruyan bir yapıdadır, muhabirlerinin değimiyle babacandır.

Gazetenin ikinci katında bulunan istihbarat servisine çıkıyorum. Uzun koridordan yürürken Celal Ağabeyin, ikinci istihbarat şefi yada Celal ağabey, olmadığında yerini dolduran Eyüp S, ile sade börek (Kürt böreği) bolca şeker pudrasına banarak midelerine indirdikleri hemen gözüme çarpıyor. Aynı zamanda yaklaştıkça konuşmalarının da bugün yapılacak olan haberler üzerine gerçekleştiğini anlıyorum.

 ‘Günaydın, afiyet olsun’ diyorum. Celal ağabey, ‘‘ Günaydın, gel bakalım’’ diyor. Eyüp ağabey, ise ‘‘Günaydın, sandalye çek diyor’’ ‘’ Teşekkürler ben evde sıkıca bir kahvaltı yaptım. Afiyet olsun.’’ Dedikten sonra yerime geçmek için izin istiyorum. Celal ağabey ‘’Biz yemeğe devam edebilir miyiz?’’ diyor. Soruyu anlamış olsam da ‘’ Anlamadım Celal ağabey diyorum.’’ Soruyu ısrarla tekrar ediyor. ‘’Estağfurullah’’ diyorum. Ciddi tavrını hemen gülümseme alıyor. Ayağa kalkıp ‘’ Hoş geldin’’ diyor ve elimi sıkıyor. Şaşırmış olsam da bende tokalaştıkdan sonra gülümseyerek yerime geçiyorum. Gazeteye hafta sonları gittiğimden her hafta sonu Celal ağabey’in çeşitli şakalarına maruz kalıyorum diyebilirim. Bundan şikayetçide değilim aslında…
 Bizim birimde hafta sonu olduğundan olacak ki Celal ağabey, Eyüp ağabey ve stajyer olarak ben varım. Yavaş, yavaş diğer muhabirlerde yerlerini alıyorlar. Ayşegül abla, Burcu abla, Özge abla geliyorlar. Ben genelde Burcu abla ile haberlere gidiyorum. Burcu abla sıcakkanlı, cana yakın, konuşkan bir yapıda bende konuşmayı ve soru sormayı sevdiğimden sık, sık burcu ablayı sorularımla bunaltıyorum.Burcu abla, Haber yazarken bile soru sormayı ihmal etmiyorum. Tabii abartmamak şartıyla…

Burcu abla, bana CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun, bugünkü programına ulaşabilir misin diye soruyor. Bende kendimden emin bir tavırla tabiî ki diye yanıtlıyorum. Bir süre interneti taradıktan sonra Kılıçtaroğlu’nun, programına ulaşıyorum. ‘’Burcu abla buldum.’’ ‘’ Bak bakalım neredeymiş ? Saat kaçtaymış ?’’ ‘’ Saat 12’de Atatürk Havaalanından ABD uçmadan önce basın açıklaması yapıcakmış’’ diyorum. Burcu abla ‘’Tamam o haber bugün bizde biz gideceğiz.’’ Diyor. Bu yanıtın ardından seviniyorum. Çünkü ofis de çalışmaktan ziyade sahada olmayı her zaman daha fazla seviyorum. Bizim mesleğinde en güzel ve heyecanlı tarafı da bence bu.   

Nihayet zaman geliyor. Burcu ablayla sıkı sıkıya montlarımızı, atkılarımızı ve sırt çantalarımızı yani kısaca tüm ekipmanlarımızı alarak iniyoruz gazetenin önüne…

Gazetede muhabirleri götüren şoförler var. Bir süre durakta bekledikten sonra araç geliyor. Burcu abla öne bende arkaya olmak üzere araca biniyoruz. Burcu abla Adem ağabeye,  ‘’Atatürk Hava Alanına’’ diyor. Adem ağabey, ‘’ Tamam’’ yanıtını veriyor. Yol boyunca Adem ağabey trafik den yakınıyor. Burcu abla ise evet, doğru, haklısın kelimeleriyle muhabbetden adeta kaçıyor. Ben ise arkada sessizce olup biteni izliyorum.
Atatürk Hava Alanına nihayet varıyoruz. Ancak ortada bir sorun var. Aynı gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da, havaalanında olacak ve haliyle basın açıklaması yapacak. CHP Lideri Kemal Kılıçtaroğlu, nerede konuşmasını gerçekleştirecek. Burcu abla ‘’ İki seçenek var ya depoda konuşma yapacak yada VİP salonda’’ diye mırıldanıyor. Belli değil mi ? Burcu abla diyorum. Belli olmaz diyor.
‘’ Soralım o zaman ‘’
‘’ Kime sorucaksın?
 ‘’ Şurada bekçi var ona sorarız. ‘’
 ‘’ Sor gel bakalım ‘’
 ‘’ Tamam ‘’ 
‘’ Merhabalar, ben Hürriyet gazetesinden geliyorum. Kemal Kılıçtaroğlu basın açıklamasını nerede yapacak acaba bir bilginiz var mı ? ‘’
‘’ Burada yapmayacak bildiğim kadarıyla ama bilmiyorum tam olarak nerede olacağını ‘’
‘’ Tamam teşekkür ederim.’’
‘’ Burcu abla sordum tam olarak bilmiyormuş ama depoda yapmayacak’’ dedi diyorum. Burcu abla atla arabaya buluruz şimdi diyor. Saatine bakıyor ve hay Allah 5 dakika kaldı toplantıya da diye mırıldanıyor. Beni de bir telaş alıyor. Başbakanda geleceğinden her yerde Polisler bekliyor. Burcu abla Polis memurlarına sorsak bilirler diyorum. Soralım o zaman diyor. Köşede bekleyen bir memura Burcu abla,
 ‘’Hürriyet gazetesi, Kemal Kılıçtaroğlu basın açıklamasını nerede yapacak bir bilginiz var mı ?’’
 ‘’ VİP salonda yapıyor olması lazım.’’ 
‘’ Nasıl gidebiliriz VİP salonuna’’
‘’Şimdi havaalanından çıkın oradan düz devam ettik den sonra sağ tarafta tabelada havaalanı VİP salonuna giriş tabelası var. O tabelayı takip edin çıkarsınız.’’
‘’Peki çok teşekkürler, kolay gelsin’’

Memur hafif bir kafa hareketiyle bizi selamlıyor. Burcu abla ve ben telaşla bekliyoruz. Nihayet Polis Memurunun tarif ettiği tabela önümüze çıkıyor. Yolu takip ediyoruz ve Birçok Polis Memurunun olduğu Hava Alanının VİP salonuna giriş yapıyoruz.

Adem ağabey, VİP salonunun önüne bizi bırakıyor. İner inmez omzundaki apoletlerden anlaşılacağı gibi yüksek rütbeli bir Polis Memuru bize bakıyor. Kim olduğumuzu soracağını anladığından olacak yada ben öyle tahmin ediyorum. Burcu abla polis memuru sorusunu soramadan ‘’Hürriyet gazetesi, Kemal Kılıçtaroğlu, geldi mi? Bilginiz var mı ?’’                    ‘’ Bilmiyorum ama basından bir çok kişi içeride. ‘’ Cevabını veriyor. Burcu ablayla, ben koşarak salona giriş yapıyoruz. Aman allahım içeride bir basın ordusu var desek yalan olmaz. Gazeteciler tıpkı savaşa hazırlanan askerler gibi fotoğraf makineleri, kameralarıyla adeta siper almış bekliyorlar. Birkaç AKP’li bakandan sonra nihayet CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, giriş yapıyor. Birden flaşlar patlıyor, bizde tabiî ki bu mevzilerde yerimizi almış fotoğraf çekiyoruz. Korumalar kameraların önünden geçiyorlar ve bir itiş kakış oluyor. Gazetecilerden bazıları tepki veriyor.

‘’ Ya kardeşim çekilsene kameranın önünden’’  
Diğer bir gazeteci,
‘’ Durmayın orda çekilin be’’
 Korumalarıyla birlikte Kemal Kılıçtaroğlu, büyük bir hengameyle salona geçiyor. Burcu ablaya ‘’ Yakalaya bildin mi güzel fotoğraf ‘’ diye soruyorum merakla ‘’Bilmiyorum ki umarım yakalamışızdır’’ diye cevaplıyor. Biraz gülümseme biraz kaygılı bir tavırla… Umarım diye cevaplıyorum tüm içtenliğimle…
Büyük bir gazeteci grupla beraber geçiyoruz VİP salona. Salonda en ön sırayı kapıyorum hemen Burcu abla ise sol tarafta iki sıra arkada kalmış. Montumu çıkarıp sandalyenin üzerine koyuyorum. Başkası yerimi almasın diye. Burcu ablanın yanına gidiyorum. Sırt çantası bende not kağıdını ve kalemini alıyor içerisinden.
‘’Burcu abla, gel istersen sen ön tarafa geç daha rahat olur.’’
‘’Yok, yok sen otur ben buradan hallederim.’’
‘’Tamam sen bilirsin.’’
‘’Gel şu ses kayıt cihazlarını koyalım masaya.’’
‘’Bende ses kaydı alıyım mı?’’
‘’Al sende ne olur ne olmaz.’’
‘’Tamam’’
Ses kayıt cihazlarımızı koyuyoruz, mikrofonların yanına dikkatlice…
Yerimize geçiyoruz ve bekliyoruz…
Kemal Kılıçtaroğlu, salona giriyor. Kendine has sakin tavrıyla…

Flaşlar patlamaya başlıyor. Bu sefer gazeteciler oturdukları sandalyelerde bir sağa bir sola bir yukarı bir aşağıya hamleler yaparak güzel bir kare yakalamaya çalışıyorlar. Bende elimde not kağıdı ile ayak, ayak üzerine atmış konuşmayı bekliyorum sabırsızlıkla. Rahatım çünkü fotoğraf çekme görevi Burcu ablada, bir yandan da Burcu ablaya, bakıyorum. Oda her gazeteci gibi iyi fotoğraf çekme çabası içerisinde. Kemal Kılıçtaroğlu, ABD gezisi öncesi rutin bir basın açıklaması yapıyor. ABD gezisi esnasında CHP heyetinin gideceği, ziyaret edeceği yerleri anlatıyor. Kılıçtaroğlu’nun rutin demeci bittik den sonra gazeteciler gündeme ilişkin sorularla sıkıştırıyorlar CHP liderini ancak geçiştirme ve kaçak cevaplarla soruları cevaplamıyor Kılıçtaroğlu, sorular bitmeyince ‘’Teşekkürler arkadaşlar’’ diyerek basın toplantısını bitiriyor. Burcu ablayla birlikte ekipmanlarımızı topluyoruz. Notlarımızı yokluyoruz. Ses kayıtlarımızı kontrol ediyoruz. Bir sorun olmadığını görünce seviniyoruz. VİP salonun önüne çıkıyoruz. Burcu abla 10 yıldır aktif şekilde muhabirlik görevini yürüttüğü için gazeteci çevresi bir hayli geniş, arkadaşlarını görüyor. Sigarasını yakıyor ve konuşmaya başlıyor. Bir gazeteci ise bize Kemal Kılıçtaroğlu’nun, sorulan bir soru üzerine ne cevap verdiğini soruyor. Ses kayıt cihazından o kısmı bulmaya çalışıyorum. Bir yandan da Burcu abla, aklında kaldığı kadarıyla aktarmaya çalışıyor cevabı…

Bir anda o sakin hava değişiyor. Herkes koşuşturmaya başlıyor. Burcu ablada sigarasını atıp koşmaya başlayınca bende takılıyorum peşine. Koştura, koştura VİP salonunun önüne tekrar geliyoruz. Biz ilk gelen birkaç gazeteciden biriyiz. Oda ne CHP Milletvekili Kamer Genç, daha önceden başbakanın karısı hakkındaki sözlerini açıklıyor. Burcu abla, hemen ses kayıt cihazını çalıştırıyor. Bende omzumdaki fotoğraf makinesini alıyorum. Burcu ablanın işaretiyle kendime iyi bir yer bulup güzel fotoğraf çekmeye çabalıyorum. Çok deneyimli olmadığımı bilen Burcu abla arkadan bana el işaretiyle gel diyor. Anlıyorum hemen yanına gidiyorum. Ses kayıt cihazını elime tutuşturuyor. Fotoğraf makinesini alıp bu sefer geçiyor o Kamer Genç’i, fotoğraflamaya… Kamer Genç, korsan denilebilecek bir açıklama yapıyor aslında bu benim görüşüm ancak bunu tabiî ki haberde bu şekilde aktarmıyoruz. CHP lideri Kemal kılıçtaroğlu’nun, konuşmasını gölgede bırakacak bir açıklama yapılmasını zannediyorum ki CHP ve gayet tabii genel başkanı istemeyecektir. Ancak Kamer Genç, kendine has üslubuyla konuştukça konuşuyor. Bizde görevimizi yapıyoruz. O sırada arkadan beklenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da VİP salonunun önünden makam aracıyla geçiyor. Gazeteciler, ‘’Efendim şu anda Başbakan geçiyor. Tuhaf bir tesadüf oldu ne diyeceksiniz.’’ Sorusu üzerine ‘’ Geçerse geçsin canım banane ‘’ cevabını veriyor. Kamer Genç, sonunda konuşmasını bitiriyor. Bizde haberi atlamadığımız için seviniyoruz tabiî ki bunun adı bir taşla iki kuş…

Burcu ablaya şimdi hangi haberi yazacağız diye soruyorum. İlk Kamer Genç, yazacağız diye tereddütsüz bir şekilde cevaplıyor. CHP Genel Başkanının konuşması ikinci plana atılıyor, Kamer Genç, haberi öne alınıyor. Kime niyet kime kısmet…

Burcu ablayla beraber şoför Adem Ağabeyi arıyoruz. Hemen haberi geçmemiz gerek. Bazı gazeteciler kaldırımlarda oturmuş bir yandan kulaklıkla ses kayıtlarını çözümlerken bir yandan da haberi yetiştirme telaşı içerisindeler. Benimde aklımdan geçiyor aslında haberi bir yerde oturup yazmak ama söyleyemiyorum, tabiî ki nede olsa stajyerim yılların muhabiri olan Burcu ablaya, akıl verecek değilim ya. Aklımdan geçse de sesimi çıkarmıyorum. Burcu abla, ‘’ Neredesin sen Adem ağabey ya’’ diye sitem ediyor. Adem ağabey ise umursamaz bir tavırla ‘’Şoför arkadaşlarla muhabbet ediyordum.’’ Diye cevaplıyor. ‘’ Neyse hemen gidelim haberi yetiştireceğiz. ‘’ diye telkinde bulunuyor Burcu abla. Araca biniyoruz. Burcu abla,   
  ‘’ Burhan ver şu arkadaki çantayı yoksa yetiştiremeyeceğiz haberi. ‘’  
Veriyorum hemen içindeki dizüstü bilgisayarı alıp bana da
‘’ Ses kaydı almıştın değil mi ? ‘’ diye soruyor. Aldım diye yanıtlıyorum.
‘’ Tamam aç hemen çözümleyelim. ‘’ hızlıca açıyorum ses kaydını ben okuyorum Burcu abla, yazıyor. Kamer Genç’in, konuşmaları hazırlıksız olduğundan mı ?  Bilinmez çoğu devrik cümlenin yanında bazı cümlelerde tam anlamıyla ucu açık denilebilecek şekilde söylenmiş. Bunun için haberi yazarken döne, döne başa sarıyoruz ses kaydını. Ben kan ter içinde kalıyorum. Burcu abla şu montumu çıkarıyım yoksa bayılacağım diye izin istiyor ve cevabını beklemeden bir iki saniyede çıkarıyorum montumu devam ediyorum ses kaydını okumaya. Gazeteye varıyoruz ama hala haber bitmiş durumda değil. Üstümüzü başımızı apar topar araçtan toplayarak, atıyoruz kendimizi gazeteye içeri giriyoruz ancak ikinci kata çıkmıyoruz. Haber yetişmesi için turnikeleri geçince içeride bulunan misafir veya dinleme salonu olarak dizayn edilmiş yere oturuyoruz ve devam ediyoruz haberi yazmaya. Çekilen fotoğraflardan seçim yapıyor Burcu abla, haber nihayet bitince bu arada sürekli telefonu çalıyor Burcu ablanın arayan istihbarat ikinci şefi Eyüp ağabey, sürekli haberin gidişi hakkında bilgi alırken bir yandan da ‘’ Gönder artık Burcu şu haberi’’ diye sitem ediyor. Burcu ablada elinden gelen bütün hızıyla haberi bitiriyor ve gönderiyor.

Yukarıya çıkıyoruz. Eyüp ağabey, habere hızlıca göz atıyor. Bazı yerlerini değiştiriyor. Yan başlıklar ekleyerek haberi hazırlıyor. Hemen istihbarat servisinin yan tarafında bulunan yazı işleri bölümüne adeta ikaz ederek, ‘’ Ajanstan kullanmayın gönderiyorum haberi. ’’ diye bağırıyor. Sonunda haber yazı işlerine ulaşıyor ve bizim bugünlük işimiz son buluyor.

 Burcu abla, ‘’İşimizi haletlik hadi inip bir şeyler yiyelim.‘’ diyor. Burcu ablanın, bu telkininden sonra bende acıktığımın farkına varıyorum. ‘’ Tamam Burcu abla’’ diyerek haberi atlamadan yetiştirmenin vermiş olduğu mutlulukla yemek hanenin yolunu tutuyoruz. İştahla yemekleri adeta silip süpürüyorum. Ama Burcu abla benim kadar iştahlı değil. Eminim ki çok daha önemli haberlere imza atmış ve benim başarı olarak nitelendirebileceğim bu durumu rutin bir şekilde algılamıştı. Bu durum doğaldı tabiî ki Burcu abla on yıllık muhabirlik geçmişinin ardından böyle ufak işlerle mutluluk yaşayacak bir gazeteci değildi. Ama benim için bu haber paha biçilemez bir deneyim olmuştu.


                                                                                              BURHAN SANUK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder