ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK ÜZERİNE
MANTIKSAL İRDELEMELER
Av.
Kadir KÖSTEKÇİ
Günümüzde tek kültürlü toplumların varlığından
ya da var olan bu toplumların tek kültürlü olarak varlıklarını
koruyabileceklerinden bahsetmek neredeyse imkânsızdır. Bu tür toplumlar da her
türlü dış etkenlere karşı kapalı, içine kapanık, teknolojiden, iletişim kaynaklarından
faydalanamayan toplumlardır. Basit bir düşünce ile ambargo konulmuş ya da
baskıcı devletlerin toplumlarının da çok kültürlülükten uzak toplumlar
olabileceği, bu toplumların tek kültürlerini muhafaza edebilecekleri
düşünülebilir. Fakat İran örneği de göstermektedir ki; toplumların tek kültürlü
kalmaları artık mümkün değildir. Çünkü her ne kadar İran toplumu baskıcı bir
rejimle yönetiliyor, ambargolara maruz kalıyor, İran toplumunda iletişime engel
olunuyor, özgürlükçü hareketler engelleniyor ise de son yaşananlar da
göstermektedir ki; artık toplumları dünya değerlerinden uzak tutmanın,
toplumları dünyadan soyutlamanın, özgürlük taleplerinin baskı ile çözümlemenin
hiçbir yolu yoktur. Artık tüm dünyanın, tüm değerleri, tüm insanlığın ortak
değeri haline gelmiş, tüm dünya mirası, tüm insanlığın mirası
olmuştur!!!(paylaşımda adil davranıldığını kastetmiyorum) Artık Mevlana da
Rambo da aynı kasabanın(!) çocuklarıdır.
Zira açıktır ki; küreselleşme, mutlak olarak dünyanın kaderidir.
Hakikatten de iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi, teknolojinin inanılmaz
ilerleyişi, göç gibi etkenlerden ötürü dünya “küçük bir kasaba” halini
almıştır. Küreselleşmenin de en büyük sonuçlarından biri de çok kültürlülüktür.
Artık küçük bir Anadolu köyünde bile aynı anda türküden, dengbej müziğinden,
rap müziğinden hoşlanan insanlar vardır. Ya da hemen hemen her toplumda farklı
cinsel tercihe sahip kişiler vardır. Bu nedenle şunu söyleyebiliriz ki; çok
kültürlülük, artık tüm toplumların kaderidir. Hal böyle iken, yapılması gereken
birlikte yaşayabilmeyi öğrenmektir. Ama bu o kadar da kolay olmasa gerektir.
Çünkü dünyanın her tarafında insanların bir çatışma halinde olduğunu görüyoruz.
Bunun en büyük sebepleri insanların bir arada yaşamayı bilmemesi, yönetimlerin
insan ihtiyaçlarına cevap vermemesi ve paylaşımda adalet olmamasıdır. O halde
farklı kültürlere sahip insanlar nasıl bir arada yaşayabilirler? Bu sorunun
cevabı belki de insanlığın yanıtını en çok aradığı sorudur. Bu sorunun yanıtı
üzerinde çalışırken söz dönüp dolaşıp, kültür, medya, küreselleşme, göç, ulus
devlet, anayasal vatandaşlık gibi konulara gelmektedir. Bu nedenle sırasıyla bu
konulara temas edip, sorumuzun yanıtımı bulmaya çalışacağız.
Nermi Uygur’a göre kültür, “doğanın insanlaştırılma biçimi, bu
insanlaştırılmaya özgü süreç ve verimdir. Kültür, insanın kendini kendi evinde
duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koymasıdır.”
Yazar burada Nermi Uygur’un kültür kavramına uygun şekilde destek
verir nitelikte bir düşünce noktasından hareket etmiştir. Peki Nermi Uygur,
kültür konusuna nasıl yaklaşıyor? hangi görüşü destekliyor? Bu sorularımızın
cevabını bize Nermi Uygur’un yazdığı İçi Dışıyla Batı’nın Kültür Dünyası kitabı
açık şekilde ortaya koyuyor. Gelin bizde kitaptan önemli bölümleri ön plana
çıkararak Nermi Uygur’un kültür kavramına bakış açısını irdeleyelim.
Nermi Uygur, İçi Dışıyla Batı’nın Kültür Dünyası kitabında bulunan
Batı’nın Batılılığı bölümünde Batı kültürünü bir çorbaya benzetiyor ve bu
şekilde konu ele alınırsa ön yargılarımızdan kurtulup nesnel bir yaklaşımla
betimleme yapabileceğimizi öne sürüyor.
BATI’NIN BATILILIĞI
Batı’yı bir çorba gibi gözümüzün önüne getirebiliriz. Nitekim,
batı da bir kültür gerçekliği olarak , karışık ve karmaşık görünümde. (S23)
Elimizin altındaki bir takım kavramlara, sağlamlığına bağlana
bileceğimiz çeşit çeşit ön bilgilere güvenerek, Batının içinde şunlar var.
Batı’yı şu yaptı, Batı şöyle oluştu diyerek batı’yı nasıl kavrayıp
aydınlatacağımızı çok önceden saptamak gibi son derece sakıncalı bir tutumdan
kurtarır bizi “Batının çorbası” diye bir yaklaşımla işe girişmek. Çorbanın
içinde neler olduğunu bilmeden, bizi hangi öğelerin, ne gibi karışımların, ne
tür saptama ve değerlendirmelerin, nasıl tatların beklediğini bilmeden ön
yargısız bir kaşık daldırması bizimki. (S23)
Diyerek burada Nermi Uygur, tamamen nesnel bir şekilde batının
kültür dünyasına yaklaştığından bahsediyor. Batıyı sadece kendi izlenim ve
yaşantılarından yola çıkarak tanımlama yoluna gidiyor yazar. Biz ise o kadar
objektif şekilde batı konusunu işlediğini düşünmüyoruz. Yine yazar batı
emperyalizm şu cümlelerle isteyerek veya istemeyerek belirtiyor. “Yazı çizi,
felsefe, kültür, edebiyatla geçen yaşamımda, neye eldeğdiysem Batı, Batıca,
Batı’dan bir şey var içinde.” Aynı şekilde “ Bütün bu şeyler genel görünümün
yalnızca bir bölümü. Nereye giderseniz gidin, orda radyolar, televizyonlar,
kürsüler, gösterim yerleri, istasyonlar, iskeleler, sesler, konuşmalar,
renkler, çizgiler, ışıklar, her çeşit iletişim Batının taşıyıcısı” “Tüm
varlığın yaşama çevresi Batı” diye bahsediyor yazar batının emperyalizminden.
Yazar kitabında “birey-akıl- bu dünya Batı’nın batılılığı”
saptamasında bulunuyor ve bu şekilde açıklama yoluna gidiyor öne sürdüğü tezini.
Birey tanımlarken “Hiç kendini bırakmayan
bir yaşayış Batılınınki. Değişik ahlak ölçekleriyle, değişik başarı
ölçekleriyle bakıldığında, birbirine çelişik değerlendirmelere de vardıysa,
durgu durak bilmez bir çalışıp didinme, bir çekidüzen istenci sarmıştır
batılıyı. Batılılık demek sözcüğünün en geniş anlamıyla girişimcilik demek”
diyor yazar burada söylenenler ele alındığında batılının girişken, kendinden
emin ve başarılı olduğu vurgulanıyor ancak diğer bölgelerin insanları zan
altında bırakılıyor adeta bu sözlerle.
Batılı olmak kısaca akıl demektir diyor Nermi Uygur, Batının bu
aklı ise insan çıkarı için kullandığı vurgusunu yapıyor. Batı aklı olmasa
insanın varlığını gerçekleştirecek bir akılın olmadığını dile getiriyor yazar
özetle kitabında akıl’ı açıklarken.
“Batı’yı batı kılan akıldır;
Batıca bir akıldır Batılık. Uzun uzadıya anmayı gereksiz kılacak bollukta
belgeleri var bu gerçeğin.Kısaca dile getirdikte, biri şu; ortaya çıktığı,
yayıldığı çağlara, yerlere göre şöyle bir göz atmak bile, batılılığın, bir
bakıma yoğun biçimde akılla uğraşmak olduğu apaçık bir doğru” (S34)
“Batı aklı insan çıkarına dönük bir akıldır. Salt bir gerçeklik
saptaması olarak bu böyle. Özetle Batı
aklı: insana özgü program etkinliğiyle kuşatıcı bir düzenleme başarısı
gerçekleştirmekte; insana özgü yaşama pratiğini gerçekleştirmekte; insanın
varlığını gerçekleştirmekte”
Bu dünya kavramına yaklaşırken ise Nermi Uygur;
“Nitekim Batılı, bu dünyaya gereksinimler kaynağı, haklar odağı,
sorumluluklar alanı olarak bakmakta; biçimi niteliği ne olursa olsun,
bu-dünyaya sürekli bakım göstermekte” (S45) diyor yazarımız bu konuda da
“birey”, “akıl” , “bu dünya” kavramlarının batının varolan iç yapısı,
vazgeçilmez iç örgüsü olduğunu iddia ediyor ve şu şekilde açıklıyor:
“İşte Batı!” dediğimiz her yerde, “birey”, “akıl” , “bu dünya”
diye adlandırılan gerçeği göz önünde bulundurmakta, bu gerçekliklere
başvurmaktayız. Birey, Akıl-Bu dünya bunlar, Batı kültürünün iç yapısı,
birlikte varolan iç yapısı, vazgeçilmez iç örgüsü. Gelgelelim: “Benim için bu
böyle, başkalarını bilmem, onlar için neyse ne Batı;hem bundan banane
“demiyorum. Hak tanır bir yaklaşımla eğilen herkesin, bendeki bu batı
tasarımını pek çok yönden paylaşan bir duygu ve düşünüşten yana olacağı
inancındayım. Öyle sanıyorum ki, boş bir inanç değil bu, ortaklaşa Batı
tasarısının bir uzantısı. Başkalarıyla aramda varolduğunu umduğum ortaklaşalık
her zaman, her yerde tamtamına kurulmasa bile, sunduğum temel öğelerin, Batı
kültürünün varlığına ilişkin önemli özelliklere dikkat çekmede yardımcı olacağı
kanısındayım. (S53)
Bu öğelerin
Batı kültürünü oluşturmakta bir arada olduğunu söylüyor Nermi Uygur ve akıl
öğesine değiniyor şu cümlelerle:
Altını çizmemiz gereken kuşatıcı bir özellik de, temel öğelerden
hiçbirinin, geniş açıyı tek başına belirlememesi. Değişik örgülenişlerle de
olsa, hep birlikteler, bir aradalar Batı kültürünü oluşturmakta bu öğeler. Bu
kültür, bu öğelerin birbirine eklenmesiyle değil, gereksinimli bir şekilde
içten birbirine bağlanmasıyla, iç içe erimesiyle yapılanmış bir kültür. Nitekim
birey, akıl’la birey; akıl, bireysiz tasarlanamaz;bu-dünya, bireyin varolma
alanı. Nitekim yapay-doğal zenginlikleriyle bu dünya bireyin, akılla kendini
işlediği; erişe bildiği her şeyi akılla çeki düzen altına aldığı; varlığını hep
akılla daha iyiye doğru sürdürmeye yöneldiği taban ve kaynak. (S55)
BATI VE ÖTESİ
Batı’nın Kendi Dışına Bakışı, başlıklı bölümde yazar Batı’lıların
Batı’lı olmayan kişilere birey gözüyle bakmadığını aktarıyor bize. Tabi ki
Batı’lının görüşü bu mu değil mi bilinmez ama bu ise de herkes kendi kültürünü
övecektir, bu yadsınamaz bir gerçek. Ancak Türk yazar Nermi Uygur’un “kraldan
daha kralcı” bir yaklaşım kanaatin de olduğunu belirtmek gerekiyor.
Batı’nın
Kendi Dışına Bakışı
Batılıya göre: Batı kültürünün ötesinde yaşayan, Batılı olmayan
bir insan, tek kişi olarak kendine önem vermeyen insandır. Batılı gözünde, onun
beni sereserpe olmamıştır. Beninin bilincine tam varmamıştır batılı- olmayan.
Böylece, pek büyük bir çekingenlik göstermeksizin batılı, Batılı olmayanların
bir birey olduğuna inanmaz (S58)
Rasgele bir batılıya, batı kültürü dışındaki insanın, bu dünya
karşısında nasıl bir davranış takındığını sorduğumuzda ister istemez toptancı
bir bakışla batılı, kendinden saymadığı insanların genelde: bu dünyadan çok
öbür dünyaya yönelmiş olduğu görüşünü öne sürecektir. Batılının batılı olmayana
ilişkin temel görüşü bu. (S59)
Yandaşlar-Karşılar, bölümünde yazar Batı yaşantısının göz
kamaştırıcı olduğunu ve bu yaşantıyı milyonlarca insanın arzuladığı hayallerini
süslediğini şu cümleler ile belirtiyor:
Yandaşlar-Karşılar
Özellikle, batı uygarlığının teknolojide eriştiği aşamalar batı
dışının gözlerini kamaştırmakta. Oturuşunda kalkışında, duruşunda düşünüşünde
batılıya benzemeye özen gösteren; batının başarılarına hayran; ne yapıp edip
batıya özgü yaşama yollarında yürümek isteyen dizi dizi kuşaklar, milyonlarca
insan var yeryüzünün dört bir yanında.Ev kent düzenlemesi, giyim kuşam, yeme
içme, ulaşım iletişi, sağlık askerlik, çalışma koşulları gibi alanlarda batı
kültür çevresinde varılmış olan “üstünlükler”, yüz milyonlarca insanı, deyim
yerindeyse, çoğun büyülemekte. (S63)
Türkiye’nin Durumu
Bu başlıkta yazar, Türkiye’nin yüzyıllar önceden Batı özlemi için
mücadeleler verdiğini ve Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzandığını söyleyerek.
Batı’ya Türkiye’nin sarıldığını söylüyor. Sanki bir kurtarıcıya sarılır gibi
betimliyor Nermi Uygur:
Yüzyıllar ötesinden beri Türkler: Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan
çok öncede, sözcüğün hangi anlamına çekilirse çekilsin,”Batı özlemi” diye
adlandırabileceğimiz içten bir itilişle bu kara parçasına girmiş, Orta Asya’dan
Avrupa’ya dek uzanmıştır. (S65)
Bilim, teknik resin, yontu, edebiyat, düşünme, yasa koyma, yasa
dağıtma, gazetecilik, sinema, tiyatro ve benzeri kültürce önemli birçok kesimde
Türkiye’nin: bazen gevşiyor izlenimi uyandırsa da artık iyice güçlenmiş görünen
gelenek ve göreneklerle Batı’ya sarılmış olduğunu söyleyebilirim. (S66)
Türk kültürüne sahip çıkanlara ve başarılarımız ile duyduğumuz
övünçlere kazandığımız zaferlere karşı, adeta Türklere barbarlıkla itham
etmekte ve sarıldığımız kültürümüzün
çıkarı için uygarlıkla bağdaşmayan her yola başvurabilen bir kültür
olduğunu şu sözlerle vurgulamaktadır:
Bizi Batı kültüründen ötede tutan, bizi Avrupa’dan uzak kalmaya
iteleyen nice nice kaygılar içindeyiz, birini göz ardı etmesen öbürü
bastırıyor. Yanlızca kendini düşünen, kendinden olmayanları bin bir yolla ezen;
çıkar söz konusu olduğunda savaşlara yıkımlara girişen; çıkarı için uygarlıkla
bağdaşmayan her yola başvurabilen bir kültüre kapılacağız da ne olacak? Ne
kazandırır ki bu bize ? Olsa olsa kendimizden oluruz güzel olan şeylerimizin
pek çoğunu yitirip gideriz, o kadar.
İyisi mi, olduğumuz yerde kalalım biz, geçmişten yetkin
başarılarımızı, efendisi olduğumuz Batı-dışı kültür dünyasındaki seçkin
durumumuzu bundan böyle de sürdürmek yakışır bize, başka şey değil! Bizim güzel
yazgımız bu. Batı Batılıların, Avrupa Avrupalıların. Türk kültürü yeter bize!
(S69-70)
Kendi kültürüne sahip çıkan ve savunanlar ile Batı kültürünü
savunanları Nermi Uygur her iki görüşe de yer vererek bir karşılaştırmaya
girişiyor. Burada yazarın daha objektif bir karşılaştırma yaptığını
söyleyebiliriz. Bize göre ikinci tutum daha doğru bir düşünce ve tutum tabiî
ki.
Batı kültüründen yana olanlar bu kültüre karşı çıkanları, “çağın
gerisinde kalanlar” diye nitelendirirken, onlarda öbürlerini “kendi özünü
yadsıyanlar” diye adlandırır. Hep bu havada; “ tutucu”,
“taklitçi”,”gerici”,”türedi”,”uygarlık düşmanı”, “kültür köçeği” türünden
aşağılayıcı yakıştırmalar gider gelir, gider gelir iki arada. (S72)
Türkiye’de Avrupa kültüründen yana olanlar: Temelde
ekonomik-politik bir kuruluş olan Avrupa Topluluğu, Avrupa’dan gelecek olan
dayanışmayla, başta sanayinin türlü kolları olmak üzere, turizm, tarım, ulaşım,
ticaret alanlarıyla güncel yaşamda, sağlık, eğitim, hukuk, bilim, sanat gibi
önemli kültür kesimlerinde eskiden daha güvenli, tutarlı ve zengin konumlara
getirecek Türkiye’yi. (S74-75)
Türkiye’de Avrupa topluluğuna girmek istemeyenlerin öne sürdükleri
sav ise; Avrupa topluluğuna girmek ergeç Avrupa kültürü içinde kaynayıp
gitmektir. Buysa dinimiz geleneğimiz adına istemediğimiz bir şey. Zaten
istemiyoruz da, çeşitli nedenlerle dışlıyor bizi Avrupa. Neyimiz, neleriyle
ortak onların ? Aşağılıyorlar bizi, kendimize özgü kültür değerlerimiz umurunda
mı onların. (S75)
Türkiye Avrupa ilişkileri, daha nice tartışmaları beraberinde
getirecek bir konu.(S75)
Kendi kültürümüzü sahiplenmemize karşı yazar, Batı kültürünün,
dünya kültürü, dünya kültürünün de Batı kültürü olduğunu savunuyor. Diğer
kültürlerin dünyanın diğer güzellikleri olduğunu savunarak emperyalizmin ve
özellikle Batı kültürünün benimsenmesi gerektiğini şu sözlerle savunuyor:
Batı, dünyalaşıyor. Dünya, Batılaşıyor. Böylesi bir yaşam
doğrultusunun içindeyiz hepimiz. Herkesi sarıp sarmalayan bu kültür havasında
soluk alıp veriyoruz: neyimiz var, neyimiz yok hep bu havada olup bitiyor. İste
isteme, bil bilme, ortak yazgımız; dünyayla bütünleşen batıyla bütünleşen
dünya, anlatamayacağım bir heyecan veriyor bu tarihsel oluşum. (S78)
Uçsuz bucaksız genişliği, inilmez derinliği var kültürlerin.
Kısırlaştırıcı bakışlarla, tek yanlı indirgeyişlerle gönlümüzü karartmaya,
kendimizi birçok güzelliklere kapamaya hakkımız olmadığı inancındayım. (S78)
Türkiye’nin kurtuluşunu, gelişmesini ve güçlenmesini tamamen Batı örnek
alınarak gerçekleşebileceği öne sürülüyor. Bu bize tıpkı Jön Türkleri ve tabiî
ki Osmanlı Devletinde ki İttihat ve Terakki Cemiyetinin aydınlarının
savundukları Batı görüşlerini hatırlatıyor. O dönemlerde de tek kurtuluş
yolunun Batı özentiliği olduğu savunuyordu. Ancak bu düşünce bize çok pahalıya
mal oldu.
Özüm için, ülkem için, dünya için: Batı’nın karşısında, Batısız,
Avrupasız yaşamak söz konusu değil. Kişi, ülke, toplum, yönetim istese de
istemese de bu böyle, gerçek bu. Hiçbir tek ben hiçbir ülke, ayırtına varsa da
varmasa da, kendini aşıp dünyalaşan Avrupa’nın Batı’nın kendini aşıp
Avrupalaşan, Amerikalılaşan, Batılılaşan dünyanın dışında değil, kalamaz da. Bu
bağlamda özelliği var Türklerin, gerçek şu Türkler için, abartısız gerçek:
kaypak, gönülsüz çürük çarık eylemsel başlangıçlardan sonra, bölük, pörçük,
kuramsal-kavramsal yaklaşmaların ardından, tümüyle Batı’yı benimsemeye geçti
Türkiye. Özellikle, Avrupa’nın, tam da Türkiye’ye çullandığı bir dönemde
Avrupa’ca bir bağımsızlık gerçekleştirmeye yöneldi Türkiye. Kurtuluşunu,
Avrupalılaşmayla, Batılılaşmayla özdeş özdeş ortaya koydu. (S81)
Türkiye’nin dünyayla bütünleşme serüveninde bir ülke olması
gereğine; bu uğurda hiçbir çabayı esirgememesi gereğine inanıyorum. Herkesin
baş görevi olmalı bu, tutumlar ister resmi ister özel olsun. Dünyayla
bütünleşme büyük ölçüde Avrupalılıktan geçtiğine göre; dünyalaşma bir bakıma
Avrupalılaşma, Batılılaşma olduğuna göre; gereken durumlarda gerektiği gibi
Batıca yaşayıp davranma alışkanlığını, bu yaşam ve davranışı varlığımızın canı
diye benimseme alışkanlığını edinmeliyiz. (S82)
Avrupalılaşma, Batılılaşma dünyalaşma demek yazara göre. Dünya
Avrupa ve Batı etrafında dönüyor(!) Düşüncesi kitabın her noktasında sık sık
dolaylı ve direk yollardan okuyucuya aşılanıyor. Tamamen batıya yönelmek
çağdaşlaşmak adına temel amaç vurgusu yapılıyor.
Kültür-Uygarlık-Batı Kültürü
Kendi kültürünü savunanlara ilişkin Nermi Uygur, Bağnaz, geri
kafalı, çağ dışı, ve hatta kültür köçeği olarak şu sözlerle eleştiriyor:
Ne iri sözcük şu “kültür”. Öylesine bol bulamaç yüklü ki.
Özellikle çağımızda. Şişinme, gösteriş, çıtkırıldımlık, kandırmaca, bireylerin
yaşamını güdükleştirme, kuşak kuşak insanı zorla gütme, soykırım, “kültür”
adına kol gezmekte. Kendimize dönelim “kültür bizim her şeyimiz”, “Bizim
kültürümüz bize yeter”,”Yabancı kültürden sakınalım”, “Kültür her şeyin
üstünde” gibi türünden kimi düpedüz bağnaz, kimi bağnazlığa eğitimli çığlıklar
sarıyor çoğu kez ortalığı. Kültür köçeklerinden, kültür bezirganlarından
geçilmiyor. (S93)
Her kültür bir okyanus.
Nice
Derinler
Sığlar
Adalar
Akıntılar
Kıyılar
İklimler
--------------------\ Uygarlık var,
Limanlar
--------------------/ uygarlık var. (S100)
Tepeler
Vadiler
Yanardağlar
Bitkiler
İnsanlar, İnsanlar
Beylik
sözlerden, tek yanlı savlardan uzaksan, kültür işlerinde söylediklerinle
kimseye yaranamazsın; yaranmak önemli olmadığına göre, yolunda yürü sen.
İnsan
kültürün: hem başlangıcı, hem ortası, hem sonu. (S102)
Batı’nın
değerinin, tüm insanlığa sevgi ve saygıda odaklaşan çağdaş değerler üretip
uygulamada olduğunu vurguluyor yine yazar tarafsızlıktan uzak denilebilecek
Batı yanlısı bir bakış açısıyla adeta. (S105)
Nermi Uygur Batı’nın tekniğini almakla Batılı olunmadığını ve
Batılı olmayanların ise çağdaş olamayacağını aktarıyor bize kitabın ilerleyen
sayfalarında.
İstediğin kadar Avrupa-Amerika teknolojisini al, bir ölçüde Batılı
olabilirsin belki, belki,-çağdaş değilsin gene de. Kavramın, tasarlana bilen
her anlamında, tüm insanlığa saygın-sevgin yoksa, Batılı değilsin (S106)
Her kültürde korku başka, yanılmıyorum. Çinli: asık surattan
ürker, gel gör ki, boş gülümsemeler kol gezer onda. Hintli boş laftan ürker,
gel gör ki boş boş yazılardan geçilmez orda. Eski Mısır: değişkenlikten ürker:
gel gör ki, değişimler engellenememiş orda. (S110)
Bu sözlerle de yazar değişimin karşısında durulamayacağını ne
olursa olsun kültürel değişimin olacağını sözlerine ekleyerek vurguluyor.
Avrupa’yı ise şu sözlerle açıklıyor yine Batı yanlısı bir yorumla adeta
yazarımız:
Avrupa dediğin: Çıkardan, ilişkilerden, mal alış-verişinden doğal
komşuluklardan fazla bir şey. Avrupa: eski-yeni, köklü, çelimsiz,
bilinçli-bilinçsiz, önemli önemsiz, açık-gizemli ortaklıklar, benzerlikler,
dayanışmalar… Avrupa: çeşit çeşit değerde sevgiler, akrabalıklar, inançlar,
zevkler, yatkınlıklar… (S112)
Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya
Yazarımız burada güçlü olan kültürün, güçsüz olan kültürü
yeneceğini söylüyor, bu saptama doğru olabilir ancak kendi kültürümüzün neden
güçlü olamayacağını ise bize açıklayamamaktadır. Eğer güçlü olanlar zayıf
olanları eziyor ve yutuyorsa biz neden yutulan taraf olalım ki ? Mücadele edip
kültürümüze sahip çıkıp geliştirerek güçlü kültürler arasında bir yer bulmak
varken hemen pes edip diğer kültürlerimi kabulleneceğiz yani ? İşte yazarımızın
bu konuda ki görüşlerini şu sözlerle dile getiriyor:
Romalı askerler, Yunan askerlerini dize getirdi. Gene de,
yüzyıllar boyu, tüm Roma İmparatorluğunu biçimleyip yoğurdu Eski Yunan kültürü.
Hangi kültür güçlüyse, daha az güçlü kültürü yener. (S122)
Mermi Uygur, Japonya’dan örnek vererek sürdürüyor görüşlerini;
Japonya’nın sadece Batı’nın tekniğini almadığını kendi kültürünü unutup
Batılılaştığını söylüyor. Ancak Japonya’nın bu nedenle söz sahibi olduğunu
vurguluyor sözleriyle; oysaki Japonya Amerika ve Avrupa’nın kültürüne bugün en
fazla karşı koyan kültür olarak adından söz ettiriyor. Gelenek, görenek, örf ve
adetlerinden taviz vermeden teknik alanda dünyada büyük söz sahibi ve bunu
kültürel emperyalimzme karşı çıkarak başarmış önemli bir ülke Japonya.
Japonya’dan sonra ise kendi kültürüne sahip çıkarak yaşamını sürdüren ikinci
ülke ise bazı yazarlara göre Türk toplumudur. Ancak ne yazık ki Nermi Uygur,
kendi kültürünü savunanları geri kalmış, çağ dışı, kültür köçekleri ve
bağnazlar olarak nitelendirmektedir. Kesinlikle Batılılaşmanın sadece teknik
alınarak olmayacağını aynı zamanda kültürünün de benimsenmesi gerektiğini
söylüyor adeta şu sözleriyle:
Batı bazı bakımlardan kendinden aşağı görmez Japonya’yı. Batıya
göre; Adam akıllı Avrupalılaşmış, Amerikalılaşmış, bir takım teknik becerilerde
imrenilecek bir biçimde ileri gitmiş bir toplum, son derece gelişmiş bir
uygarlık günümüzün Japonya’sı. Bunun içindir ki, kararlarında Japonya’ya da yer
verir Batı. Ancak Japonya ne Avrupa’dır, ne Amerika’dır. Teknikçe Avrupalılığı
benimsemiş bile olsa, yabancı bir kültürdür Japonya. Bu durum: üstün körü
düşünenleri, tez sonuçlara sıçrayıp geçersiz kuramları ve önyargıları
pekiştirmek isteyenleri sevindirebilir. Şöyle sanırlar: Hep diyorduk, işte
inandırıcı bir örnek: Kültür ile teknik ayrılabilir. Batıdan tekniği çek al,
sürdür gitsin kendi kültürünü. Oysa gerçek şu: Japonya batının kültüründen bazı
şeyleri kendi kültürüne katıp özümsemeyi başarmış bir kültür. Böylece kendi
kültüründe pek çok bakımdan değişiklikler gerçekleştirmiş Japonya.
“Batılılaşmak mı istiyorsun tekniği çek al kendi kültürüne aktar olsun bitsin
sonrada her şey eskisi gibi sürsün gitsin!” diye düşünen bazı Türk aydınları
tersini dilese, savunsa da gerçek buymuş gibi geliyor bana. (S125)
Batılılaşma düpedüz kültür politikası değil. Batılılaşma:
kuşatımlı bir uygarlık bilinci. Batılılaşma; tasarlanabilecek tüm kültür
politikalarını taşıyan temel; adı türü kapsamı ne olursa olsun, çeşit çeşit
bilinçlenmelere varlık ve anlam biçen temel. (S127)
Yazar Müslümanlığın Batı kültürü için kalkan olarak kullanıldığını
söylüyor. Yunus Emre’nin bir Türk yazar olduğunu ancak Batıdan etkilendiğini
batı kültürü sayesinde eserler verebildiğini ima ediyor. Kısaca Nermi UYGUR,
her şeyi batıya endeksliyor, Yunus Emre’yi bile…
Kişi, toplum olarak Türk kültürü söz konusu edildi mi: Batı’dan
gelebilecek “ tehlikelerin “ önüne kalkan kurmak için Müslümanlığı koymak;
batıdan gelebilecek güzellikleri daha baskın değerlerle zararsız kılıp
sindirmek için, Müslümanlığı kalkan etmeye çalışmak boşuna çaba. Böylesi bir
tutum, Batı uygarlığını yanlış anlamak demek. Ne batı kültürü yalnızca
Hıristiyanlık, ne Türk kültürü yalnızca Müslümanlık. (S130)
Yunus Emre yüzde yüz bir Türk ozanı Türk düşünürü olarak
nitelendiriliyor. Gerçekten de öyle. Gel gör ki onun kökenlerini Orta Asya
mutasavvuflarına dayatıp böylece Türklüğünü daha bir pekiştirmek isteyenler
var. Buna da çoğun Türklüğü yüceltmek ve pekiştirmek için başvuruyorlar. Bu
bağlamda önemli bir gerçeği unutuyorlar çoğu kez: Yeni Platonculuğun etkisinde
Yunus. Yeni Platonculuksa, Eski Yunanistan ile Hıristiyan Ortaçağına doğru
yönelimlerin karması bir akım; başka türlü dendikte, bir Batı akımı. Ama bence,
bu kuşku götürmez saptama, Yunus’un değerini hiç mi hiç azaltmaz. (S131)
Türk Halkının Batılılaşmada ki en önemli sorunu İslam dini olarak
değerlendiriyor yazar daha da ileri giderek Avrupalılaşmak için İslam dininde
bazı düzeltmeler yapmak gerektiğini söylüyor:
Türk halkının hemen hemen hepsi İslam dininden. Türkler devletçe,
halkça Avrupa’yla bütünleşmede istençli. Öyleyse Avrupalılaşmanın en kolay
yolu, İslam da “bazı” düzeltmeler yapmak. (S135)
Şöyle yada böyle, kendi uygarlığının sınırları dışına çıkmamış bir
insan, önünde sonunda kendi uygarlığını en yetkin uygarlık diye görmeye başlar.
(S144)
Dünya, kültürce Batı gemisinde.
Batılı, mutluluğu ararken, Doğu’ya da gitse, Kuzey’e de çıksa,
Güney’e de inse hep Batı’ya gidiyor aslında. (S146)
Yazarın son sözlerinden ise anlaşılan mutluluğun kaynağını nerede
ararsanız arayın batıda mesajı veriliyor. Nermi Uygur, yazımızın başında da
belirttiğimiz gibi nesnel ve tarafsız bir bakış açısıyla Batı toplumuna
bakacağını söylüyor. Ancak bize göre Batı yanlısı bir bakış açısıyla
objektiflikten uzak saptamalarla Batı kültürünün ve uygarlığının diğer bütün
kültürlerin atası olduğunu söylemektedir. Batı kültürü ne olursa olsun
bazılarının iştahlarını kabartmakta ve dünyada ki bütün gençler neredeyse
Batılılaşma hayalleri kurmaktadır diyor yazar. Tabi ki bunda emperyalizmin
etkisi olduğu aşikar; yapılan sinema filmleri, dizi filmler televizyon yarışma
ve eğlence programları tamamen Batı’dan ithal edilerek ülkelere veriliyor. Batı
kültürünü yaymak için elinden gelen her şeyi yapıyor Batı. Eğitim alanında da
Batı kendi dilinde eğitim verildiğinde bir çok ayrıcalıklar sağlıyor. Sızmak ve
kendi kültürünü yaymak istediği toplumları yavaş yavaş, sistemli ve stratejik
bir şekilde planlar ile ele geçiriyor. Çeşitli toplum ve ülkelerde eskiden kendi
dilinin konuşulmasını cebir yoluyla dikta eden Batı şimdi ise günümüze ayak
uydurarak bunu çeşitli ödüller öne sürerek ülkelere veya toplumlara günülü kabul
edebileceği şekillere büründürerek sunuyor. Okuduğumuz gazetelerde, İzlediğimiz
Televizyon Programlarında, Sinema filmlerinde, Eğitim aldığımız okullarımızda
hatta Ailemiz de bile Batı özentiliği ve kendi kültürünü küçümsemeye yönelik
durumlarla karşılaşmamız mümkün. Ancak şu unutulmamalıdır ki toplumlar ve
ülkeler kendi kültürleri ile ayakta kalırlar, kültürü olmayan bir toplum yok
olmaya eriyip gitmeye mahkumdur. Türk Milleti ve Halkının çok uzun ve zengin
kültür yapısı mevcuttur. Neden Batı kültürüne hayranlıkla bakmak yerine kendi
kültürel yapımızı kabul edip zenginleştirme ve bunun için mücadele etme
davranışında bulunmayalım ki, Batı kültürleri bugün güçlü olabilir. Bu bizim
tembelliğimizden ve Batı özentiliğimizden kaynaklanan büyük bir sorunda
olabilir. Ancak sorunları çözmek için taklit etmek ve o topluma sığınmak değil
kendi kültürümüze uygun çözüm arayışları, ıslahatlar ve reformlar zannediyorum
en doğru olanıdır. Hiç tanımadığımız veya azda olsa tanıdığımız bir kültürü
alıp kendi kültürümüzü yok sayarak endekslememiz bugünümüz ve geleceğimiz
açısından telafisi olmayacak sonuçlar doğuracaktır. Bunun için çocuklarımızı
eğitirken sadece saf bilgi ile yüklemek onları pragmatik, faydacı birer birey
haline getirecektir ve buda onları Batıya yönelme ne varsa Batıda var bu ülkede
yaşanmaz deyip adeta tabiri caizse, “Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyor”
deyimine uyduracaktır. Her şeyden önce kendi kültürümüzü çok iyi şekilde
çocuklarımıza kavratmamız gerekiyor. Türk kültürel yapısını, değerlerini,
tarihini, dinini, geleneğini ve göreneklerini öğreterek çocuklarımızı
yetiştirmeliyiz. Sadece boş bilgi yığını ile yetiştirilen bir nesil gayet tabii
Batıya yönelecek ve kendi kültürünü, atalarını, gelenek ve göreneklerini hatta
ailesini bile küçümseyecektir. Bu konuda Türk aydınların, Öğretmenlerin ve
Ailenin üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla yapmaları gerekmektedir. Batı
emperyalizmi bütün toplumları tehdit etmektedir. Bu noktada Japonya ve Türkiye
dünyaya örnek gösterilirken, bazı aydınların kültür konusun da ortaya
koydukları eserler; Batı kültürüne hayranlık uyandıran ve kendi kültürünü adeta
yok sayan nitelikler taşımaktadır. Türk toplumuna yanlış algı, tutum ve
davranışları telkin etmektedir. Burada çözüm Batı kültürünü olduğu gibi almak
değildir aksine kendi kültürümüze dört elle sarılarak başka kültürlerin bizim
kültürümüzü örnek alması için elimizden geleni hatta daha fazlasını yapmalıyız.
Daha fazla çalışmamız araştırmamız ve eleştirmemiz, hazıra konmak yerine bir
şeyler ortaya koymamız kültür kölesi olmamamız için önemli vazifelerimizdir.
BURHAN SANUK
Mermi Uygur’un Kültür üzerine görüşlerine karşı
eleştiriler:
Atalay GİRGİN
Dil ve kültür üzerine fenomenolojik, betimsel
bildirsel görüş ve düşüncelerini aktaran Uygur, bu yazıyı da ilgilendiren
eğitim konusuna gelir. Eğitim, eğitimci ilişkisini çok kültürlülük bağlamında
ele alarak iletir düşüncelerini.
Uygur, günümüzde eğitimin, eğitimbiliminin çok
kültürlü olması gerektiğini öne sürer. Hatta ona göre çok kültürlülüğe, çok
dilliliğe birinci dereceden önem verilmesi gerekir.
“Gerçek bir Avrupa birliğine (...) yardımcı
olacağını umduğumuz geleceğin eğitimcisi için, (...) çok kültürlülük bilinci
eğitimin en sağlam temelidir” der Uygur. Bu doğrultuda, “Çok kültürlü
eğitimbilim o saygıdeğer, geleneksel tek kültürlü eğitimbilimin yerini
almalıdır.” Çünkü ona göre, “Zamanımız için gerekli bir buyruk durumundadır çok
kültürlü eğitimbilim.”
Çok kültürlülük verilerini gözlemek için,
örneklerini bulmak için Türkiye toplumu yeterince zengin değil mi acaba,
demekten geri duramıyorum.
Ancak, “tek kültürlü” eğitimden “çok kültürlü”
eğitime geçmek, “kuşkusuz hiç de kolay bir şey değil”dir. Bunun
gerçekleşebilmesi yolunda, öncelikle “eğitimciler ile dil ve kültür
filozoflarının yeni bir öz bilince varması gerekir.” Dahası, “kendini çok
kültürlülüğe adayan eğitimbilimci, kültür-politika-ahlak yönünden birtakım
önyargılardan sıyrılmalıdır” der Uygur.
Eğitimcilerin, dil ve kültür filozoflarının
önyargıları, elbette bilinir ki, öncelikle “o saygıdeğer” diye nitelenen “tek
kültürlü” eğitimin eseridir. “Tek kültürlü” eğitim, toplumsal gerçekliğin,
tarihsel ve güncel anlamda veri olan çok kültürlülüğünü, çok dilliliğini,
tekbiçimli kılmak üzere tasarlanmış ve oluşturulmuş bir cenderedir,
dünyanın her yerinde. Toplumsal ve kültürel gerçekliği, tek bir renge boyamak,
tek bir biçime büründürmek için tasarlanmış ve uygulanmış olan “tek kültürlü”
eğitimin ne denli “saygıdeğer” sıfatını hak edip etmediği ise apayrı bir
konu...
http://arsiv.mevsimsiz.net/y-1378/Nermi_Uygur_un_Egitime_Yaklasimi/
Cengiz GÜNDOĞDU
Mehmet akaya şöyle der, ?Uygur açısından kültür,
insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir.?
Evreni
Yoğurmak?
Kültür sorununu, Nermi Uygur dallı budaklı ele almıştır. Mehmet akaya şöyle der, ?Uygur açısından kültür, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir.?
Gerçekten de kültürü insan yaratır, ama kültür de insanı yaratır.
Her kültür dilde kendini belli eder. Bu açıdan kültür, insanla hayvanın ayrıldığı noktadır.
İnsanoğlu yabanıl doğayı değiştirmiş, evler, yollar, taşıtlar yapmış, çeşitli besin kaynakları bulmuş. Doğayı değiştirerek oluşturduğu kültür bu kez insanı değiştirmiş. Sözgelimi, antik dönemde aşkın dışavurumuyla, çağımızda aşkın dışa vurumu değişiktir. Bu değişikliğin nedeni, kültürün değişmesidir.
Kültürün, dolayısıyla dilin evreni yoğuruşu der, Nermi Uygur. Şöyle ?Deveye ilişkin bin bir durumu belirtebilen Arapçanın evreni yoğuruşu ile bu belirlemelere yer vermeyen Almancanın evreni yoğurması birbiriyle özdeş değildir.?
Her kültür evreni yoğururken, o kültürdeki davranışları, sözleri, oturma kalkma biçimlerini insan için doğallaştırır. Bundan ötürü kültür değişimleri sancılıdır.
Mehmet Akkaya şu sözlerle Nermi Uygur?un kültür-dil ilişkisini gösterir. ?Dili, kültürden giderek açıklayan ve kültürün de dil aracılığıyla geliştiğini düşünen Uygur, bize şu örnekleri anma imkanını vermektedir. Farklı toplumların dilleri de farklıdır. () Mesela hiç çağlayan bulunmayan bir toplumun dilinde çağlayan sözcüğü de görme veya düşünme yönünde olsa kavramlaşamaz.
Ayağını yorganına göre uzat deyimi yorgana ihtiyacı olmayan sıcak iklim kuşağı toplumlarda türetilmeyecektir.?
İnsanoğlu evrene, evrendeki varlıkları dille görür, ona göre adlandırır. Bu adlandırmayı akaya şu örnekle gösterir. ?Uygur yine Almancadan ve Türkçeden örnekler veriyor. Ona göre anadilde hayvan alanı içinde evcil hayvanı, yırtıcı hayvanı, kuşu, kurdu ya da sürüngeni anlayacaktır. Aynı kişi Türkçenin içinde doğsaydı aynı varlık alanında hayvan, böcek, kuş ve balık gibi dört çeşitle karşılaşacaktır.?
Yine Türkler güneş doğuyor der. Bu nesnel gerçekliğe aykırı, yanlış bir sözdür. Burda sorun şudur. ?Türkçe konuşan toplulukların varlık anlayışlarıyla ilgilidir. Türkçe konuşanlar her varlığı canlı olarak algıladıklarından Güneşi de canlı algılıyorlardı. Güneş doğuyor sözü o zamanın dünya görüşüne uygundu, doğruydu.
Kültür sorununu, Nermi Uygur dallı budaklı ele almıştır. Mehmet akaya şöyle der, ?Uygur açısından kültür, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir.?
Gerçekten de kültürü insan yaratır, ama kültür de insanı yaratır.
Her kültür dilde kendini belli eder. Bu açıdan kültür, insanla hayvanın ayrıldığı noktadır.
İnsanoğlu yabanıl doğayı değiştirmiş, evler, yollar, taşıtlar yapmış, çeşitli besin kaynakları bulmuş. Doğayı değiştirerek oluşturduğu kültür bu kez insanı değiştirmiş. Sözgelimi, antik dönemde aşkın dışavurumuyla, çağımızda aşkın dışa vurumu değişiktir. Bu değişikliğin nedeni, kültürün değişmesidir.
Kültürün, dolayısıyla dilin evreni yoğuruşu der, Nermi Uygur. Şöyle ?Deveye ilişkin bin bir durumu belirtebilen Arapçanın evreni yoğuruşu ile bu belirlemelere yer vermeyen Almancanın evreni yoğurması birbiriyle özdeş değildir.?
Her kültür evreni yoğururken, o kültürdeki davranışları, sözleri, oturma kalkma biçimlerini insan için doğallaştırır. Bundan ötürü kültür değişimleri sancılıdır.
Mehmet Akkaya şu sözlerle Nermi Uygur?un kültür-dil ilişkisini gösterir. ?Dili, kültürden giderek açıklayan ve kültürün de dil aracılığıyla geliştiğini düşünen Uygur, bize şu örnekleri anma imkanını vermektedir. Farklı toplumların dilleri de farklıdır. () Mesela hiç çağlayan bulunmayan bir toplumun dilinde çağlayan sözcüğü de görme veya düşünme yönünde olsa kavramlaşamaz.
Ayağını yorganına göre uzat deyimi yorgana ihtiyacı olmayan sıcak iklim kuşağı toplumlarda türetilmeyecektir.?
İnsanoğlu evrene, evrendeki varlıkları dille görür, ona göre adlandırır. Bu adlandırmayı akaya şu örnekle gösterir. ?Uygur yine Almancadan ve Türkçeden örnekler veriyor. Ona göre anadilde hayvan alanı içinde evcil hayvanı, yırtıcı hayvanı, kuşu, kurdu ya da sürüngeni anlayacaktır. Aynı kişi Türkçenin içinde doğsaydı aynı varlık alanında hayvan, böcek, kuş ve balık gibi dört çeşitle karşılaşacaktır.?
Yine Türkler güneş doğuyor der. Bu nesnel gerçekliğe aykırı, yanlış bir sözdür. Burda sorun şudur. ?Türkçe konuşan toplulukların varlık anlayışlarıyla ilgilidir. Türkçe konuşanlar her varlığı canlı olarak algıladıklarından Güneşi de canlı algılıyorlardı. Güneş doğuyor sözü o zamanın dünya görüşüne uygundu, doğruydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder