3 Eylül 2015 Perşembe

NERMİ UYGUR-İÇİ DIŞIYLA BATI'NIN KÜLTÜR DÜNYASI KİTAP İNCELEMESİ



ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK ÜZERİNE MANTIKSAL İRDELEMELER
Av. Kadir KÖSTEKÇİ
Günümüzde tek kültürlü toplumların varlığından ya da var olan bu toplumların tek kültürlü olarak varlıklarını koruyabileceklerinden bahsetmek neredeyse imkânsızdır. Bu tür toplumlar da her türlü dış etkenlere karşı kapalı, içine kapanık, teknolojiden, iletişim kaynaklarından faydalanamayan toplumlardır. Basit bir düşünce ile ambargo konulmuş ya da baskıcı devletlerin toplumlarının da çok kültürlülükten uzak toplumlar olabileceği, bu toplumların tek kültürlerini muhafaza edebilecekleri düşünülebilir. Fakat İran örneği de göstermektedir ki; toplumların tek kültürlü kalmaları artık mümkün değildir. Çünkü her ne kadar İran toplumu baskıcı bir rejimle yönetiliyor, ambargolara maruz kalıyor, İran toplumunda iletişime engel olunuyor, özgürlükçü hareketler engelleniyor ise de son yaşananlar da göstermektedir ki; artık toplumları dünya değerlerinden uzak tutmanın, toplumları dünyadan soyutlamanın, özgürlük taleplerinin baskı ile çözümlemenin hiçbir yolu yoktur. Artık tüm dünyanın, tüm değerleri, tüm insanlığın ortak değeri haline gelmiş, tüm dünya mirası, tüm insanlığın mirası olmuştur!!!(paylaşımda adil davranıldığını kastetmiyorum) Artık Mevlana da Rambo da aynı kasabanın(!) çocuklarıdır.  Zira açıktır ki; küreselleşme, mutlak olarak dünyanın kaderidir. Hakikatten de iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi, teknolojinin inanılmaz ilerleyişi, göç gibi etkenlerden ötürü dünya “küçük bir kasaba” halini almıştır. Küreselleşmenin de en büyük sonuçlarından biri de çok kültürlülüktür. Artık küçük bir Anadolu köyünde bile aynı anda türküden, dengbej müziğinden, rap müziğinden hoşlanan insanlar vardır. Ya da hemen hemen her toplumda farklı cinsel tercihe sahip kişiler vardır. Bu nedenle şunu söyleyebiliriz ki; çok kültürlülük, artık tüm toplumların kaderidir. Hal böyle iken, yapılması gereken birlikte yaşayabilmeyi öğrenmektir. Ama bu o kadar da kolay olmasa gerektir. Çünkü dünyanın her tarafında insanların bir çatışma halinde olduğunu görüyoruz. Bunun en büyük sebepleri insanların bir arada yaşamayı bilmemesi, yönetimlerin insan ihtiyaçlarına cevap vermemesi ve paylaşımda adalet olmamasıdır. O halde farklı kültürlere sahip insanlar nasıl bir arada yaşayabilirler? Bu sorunun cevabı belki de insanlığın yanıtını en çok aradığı sorudur. Bu sorunun yanıtı üzerinde çalışırken söz dönüp dolaşıp, kültür, medya, küreselleşme, göç, ulus devlet, anayasal vatandaşlık gibi konulara gelmektedir. Bu nedenle sırasıyla bu konulara temas edip, sorumuzun yanıtımı bulmaya çalışacağız. 
Nermi Uygur’a göre kültür, “doğanın insanlaştırılma biçimi, bu insanlaştırılmaya özgü süreç ve verimdir. Kültür, insanın kendini kendi evinde duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koymasıdır.”




Yazar burada Nermi Uygur’un kültür kavramına uygun şekilde destek verir nitelikte bir düşünce noktasından hareket etmiştir. Peki Nermi Uygur, kültür konusuna nasıl yaklaşıyor? hangi görüşü destekliyor? Bu sorularımızın cevabını bize Nermi Uygur’un yazdığı İçi Dışıyla Batı’nın Kültür Dünyası kitabı açık şekilde ortaya koyuyor. Gelin bizde kitaptan önemli bölümleri ön plana çıkararak Nermi Uygur’un kültür kavramına bakış açısını irdeleyelim.

Nermi Uygur, İçi Dışıyla Batı’nın Kültür Dünyası kitabında bulunan Batı’nın Batılılığı bölümünde Batı kültürünü bir çorbaya benzetiyor ve bu şekilde konu ele alınırsa ön yargılarımızdan kurtulup nesnel bir yaklaşımla betimleme yapabileceğimizi öne sürüyor.

BATI’NIN BATILILIĞI

Batı’yı bir çorba gibi gözümüzün önüne getirebiliriz. Nitekim, batı da bir kültür gerçekliği olarak , karışık ve karmaşık görünümde. (S23)
Elimizin altındaki bir takım kavramlara, sağlamlığına bağlana bileceğimiz çeşit çeşit ön bilgilere güvenerek, Batının içinde şunlar var. Batı’yı şu yaptı, Batı şöyle oluştu diyerek batı’yı nasıl kavrayıp aydınlatacağımızı çok önceden saptamak gibi son derece sakıncalı bir tutumdan kurtarır bizi “Batının çorbası” diye bir yaklaşımla işe girişmek. Çorbanın içinde neler olduğunu bilmeden, bizi hangi öğelerin, ne gibi karışımların, ne tür saptama ve değerlendirmelerin, nasıl tatların beklediğini bilmeden ön yargısız bir kaşık daldırması bizimki. (S23)
Diyerek burada Nermi Uygur, tamamen nesnel bir şekilde batının kültür dünyasına yaklaştığından bahsediyor. Batıyı sadece kendi izlenim ve yaşantılarından yola çıkarak tanımlama yoluna gidiyor yazar. Biz ise o kadar objektif şekilde batı konusunu işlediğini düşünmüyoruz. Yine yazar batı emperyalizm şu cümlelerle isteyerek veya istemeyerek belirtiyor. “Yazı çizi, felsefe, kültür, edebiyatla geçen yaşamımda, neye eldeğdiysem Batı, Batıca, Batı’dan bir şey var içinde.” Aynı şekilde “ Bütün bu şeyler genel görünümün yalnızca bir bölümü. Nereye giderseniz gidin, orda radyolar, televizyonlar, kürsüler, gösterim yerleri, istasyonlar, iskeleler, sesler, konuşmalar, renkler, çizgiler, ışıklar, her çeşit iletişim Batının taşıyıcısı” “Tüm varlığın yaşama çevresi Batı” diye bahsediyor yazar batının emperyalizminden.



Yazar kitabında “birey-akıl- bu dünya Batı’nın batılılığı” saptamasında bulunuyor ve bu şekilde açıklama yoluna gidiyor öne sürdüğü tezini. Birey tanımlarken “Hiç kendini bırakmayan bir yaşayış Batılınınki. Değişik ahlak ölçekleriyle, değişik başarı ölçekleriyle bakıldığında, birbirine çelişik değerlendirmelere de vardıysa, durgu durak bilmez bir çalışıp didinme, bir çekidüzen istenci sarmıştır batılıyı. Batılılık demek sözcüğünün en geniş anlamıyla girişimcilik demek” diyor yazar burada söylenenler ele alındığında batılının girişken, kendinden emin ve başarılı olduğu vurgulanıyor ancak diğer bölgelerin insanları zan altında bırakılıyor adeta bu sözlerle.
Batılı olmak kısaca akıl demektir diyor Nermi Uygur, Batının bu aklı ise insan çıkarı için kullandığı vurgusunu yapıyor. Batı aklı olmasa insanın varlığını gerçekleştirecek bir akılın olmadığını dile getiriyor yazar özetle kitabında akıl’ı açıklarken.

“Batı’yı batı kılan akıldır; Batıca bir akıldır Batılık. Uzun uzadıya anmayı gereksiz kılacak bollukta belgeleri var bu gerçeğin.Kısaca dile getirdikte, biri şu; ortaya çıktığı, yayıldığı çağlara, yerlere göre şöyle bir göz atmak bile, batılılığın, bir bakıma yoğun biçimde akılla uğraşmak olduğu apaçık bir doğru” (S34)

“Batı aklı insan çıkarına dönük bir akıldır. Salt bir gerçeklik saptaması olarak bu böyle. Özetle Batı aklı: insana özgü program etkinliğiyle kuşatıcı bir düzenleme başarısı gerçekleştirmekte; insana özgü yaşama pratiğini gerçekleştirmekte; insanın varlığını gerçekleştirmekte”

Bu dünya kavramına yaklaşırken ise Nermi Uygur;

“Nitekim Batılı, bu dünyaya gereksinimler kaynağı, haklar odağı, sorumluluklar alanı olarak bakmakta; biçimi niteliği ne olursa olsun, bu-dünyaya sürekli bakım göstermekte” (S45) diyor yazarımız bu konuda da “birey”, “akıl” , “bu dünya” kavramlarının batının varolan iç yapısı, vazgeçilmez iç örgüsü olduğunu iddia ediyor ve şu şekilde açıklıyor:

“İşte Batı!” dediğimiz her yerde, “birey”, “akıl” , “bu dünya” diye adlandırılan gerçeği göz önünde bulundurmakta, bu gerçekliklere başvurmaktayız. Birey, Akıl-Bu dünya bunlar, Batı kültürünün iç yapısı, birlikte varolan iç yapısı, vazgeçilmez iç örgüsü. Gelgelelim: “Benim için bu böyle, başkalarını bilmem, onlar için neyse ne Batı;hem bundan banane “demiyorum. Hak tanır bir yaklaşımla eğilen herkesin, bendeki bu batı tasarımını pek çok yönden paylaşan bir duygu ve düşünüşten yana olacağı inancındayım. Öyle sanıyorum ki, boş bir inanç değil bu, ortaklaşa Batı tasarısının bir uzantısı. Başkalarıyla aramda varolduğunu umduğum ortaklaşalık her zaman, her yerde tamtamına kurulmasa bile, sunduğum temel öğelerin, Batı kültürünün varlığına ilişkin önemli özelliklere dikkat çekmede yardımcı olacağı kanısındayım. (S53)



Bu öğelerin Batı kültürünü oluşturmakta bir arada olduğunu söylüyor Nermi Uygur ve akıl öğesine değiniyor şu cümlelerle:
Altını çizmemiz gereken kuşatıcı bir özellik de, temel öğelerden hiçbirinin, geniş açıyı tek başına belirlememesi. Değişik örgülenişlerle de olsa, hep birlikteler, bir aradalar Batı kültürünü oluşturmakta bu öğeler. Bu kültür, bu öğelerin birbirine eklenmesiyle değil, gereksinimli bir şekilde içten birbirine bağlanmasıyla, iç içe erimesiyle yapılanmış bir kültür. Nitekim birey, akıl’la birey; akıl, bireysiz tasarlanamaz;bu-dünya, bireyin varolma alanı. Nitekim yapay-doğal zenginlikleriyle bu dünya bireyin, akılla kendini işlediği; erişe bildiği her şeyi akılla çeki düzen altına aldığı; varlığını hep akılla daha iyiye doğru sürdürmeye yöneldiği taban ve kaynak. (S55)

BATI VE ÖTESİ
Batı’nın Kendi Dışına Bakışı, başlıklı bölümde yazar Batı’lıların Batı’lı olmayan kişilere birey gözüyle bakmadığını aktarıyor bize. Tabi ki Batı’lının görüşü bu mu değil mi bilinmez ama bu ise de herkes kendi kültürünü övecektir, bu yadsınamaz bir gerçek. Ancak Türk yazar Nermi Uygur’un “kraldan daha kralcı” bir yaklaşım kanaatin de olduğunu belirtmek gerekiyor.

Batı’nın Kendi Dışına Bakışı
Batılıya göre: Batı kültürünün ötesinde yaşayan, Batılı olmayan bir insan, tek kişi olarak kendine önem vermeyen insandır. Batılı gözünde, onun beni sereserpe olmamıştır. Beninin bilincine tam varmamıştır batılı- olmayan. Böylece, pek büyük bir çekingenlik göstermeksizin batılı, Batılı olmayanların bir  birey olduğuna inanmaz (S58)

Rasgele bir batılıya, batı kültürü dışındaki insanın, bu dünya karşısında nasıl bir davranış takındığını sorduğumuzda ister istemez toptancı bir bakışla batılı, kendinden saymadığı insanların genelde: bu dünyadan çok öbür dünyaya yönelmiş olduğu görüşünü öne sürecektir. Batılının batılı olmayana ilişkin temel görüşü bu. (S59)

Yandaşlar-Karşılar, bölümünde yazar Batı yaşantısının göz kamaştırıcı olduğunu ve bu yaşantıyı milyonlarca insanın arzuladığı hayallerini süslediğini şu cümleler ile belirtiyor:
Yandaşlar-Karşılar
Özellikle, batı uygarlığının teknolojide eriştiği aşamalar batı dışının gözlerini kamaştırmakta. Oturuşunda kalkışında, duruşunda düşünüşünde batılıya benzemeye özen gösteren; batının başarılarına hayran; ne yapıp edip batıya özgü yaşama yollarında yürümek isteyen dizi dizi kuşaklar, milyonlarca insan var yeryüzünün dört bir yanında.Ev kent düzenlemesi, giyim kuşam, yeme içme, ulaşım iletişi, sağlık askerlik, çalışma koşulları gibi alanlarda batı kültür çevresinde varılmış olan “üstünlükler”, yüz milyonlarca insanı, deyim yerindeyse, çoğun büyülemekte. (S63)

Türkiye’nin Durumu

Bu başlıkta yazar, Türkiye’nin yüzyıllar önceden Batı özlemi için mücadeleler verdiğini ve Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzandığını söyleyerek. Batı’ya Türkiye’nin sarıldığını söylüyor. Sanki bir kurtarıcıya sarılır gibi betimliyor Nermi Uygur:
Yüzyıllar ötesinden beri Türkler: Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan çok öncede, sözcüğün hangi anlamına çekilirse çekilsin,”Batı özlemi” diye adlandırabileceğimiz içten bir itilişle bu kara parçasına girmiş, Orta Asya’dan Avrupa’ya dek uzanmıştır. (S65)

Bilim, teknik resin, yontu, edebiyat, düşünme, yasa koyma, yasa dağıtma, gazetecilik, sinema, tiyatro ve benzeri kültürce önemli birçok kesimde Türkiye’nin: bazen gevşiyor izlenimi uyandırsa da artık iyice güçlenmiş görünen gelenek ve göreneklerle Batı’ya sarılmış olduğunu söyleyebilirim. (S66)

Türk kültürüne sahip çıkanlara ve başarılarımız ile duyduğumuz övünçlere kazandığımız zaferlere karşı, adeta Türklere barbarlıkla itham etmekte ve sarıldığımız kültürümüzün  çıkarı için uygarlıkla bağdaşmayan her yola başvurabilen bir kültür olduğunu şu sözlerle vurgulamaktadır:

Bizi Batı kültüründen ötede tutan, bizi Avrupa’dan uzak kalmaya iteleyen nice nice kaygılar içindeyiz, birini göz ardı etmesen öbürü bastırıyor. Yanlızca kendini düşünen, kendinden olmayanları bin bir yolla ezen; çıkar söz konusu olduğunda savaşlara yıkımlara girişen; çıkarı için uygarlıkla bağdaşmayan her yola başvurabilen bir kültüre kapılacağız da ne olacak? Ne kazandırır ki bu bize ? Olsa olsa kendimizden oluruz güzel olan şeylerimizin pek çoğunu yitirip gideriz, o kadar.
İyisi mi, olduğumuz yerde kalalım biz, geçmişten yetkin başarılarımızı, efendisi olduğumuz Batı-dışı kültür dünyasındaki seçkin durumumuzu bundan böyle de sürdürmek yakışır bize, başka şey değil! Bizim güzel yazgımız bu. Batı Batılıların, Avrupa Avrupalıların. Türk kültürü yeter bize! (S69-70)

Kendi kültürüne sahip çıkan ve savunanlar ile Batı kültürünü savunanları Nermi Uygur her iki görüşe de yer vererek bir karşılaştırmaya girişiyor. Burada yazarın daha objektif bir karşılaştırma yaptığını söyleyebiliriz. Bize göre ikinci tutum daha doğru bir düşünce ve tutum tabiî ki.

Batı kültüründen yana olanlar bu kültüre karşı çıkanları, “çağın gerisinde kalanlar” diye nitelendirirken, onlarda öbürlerini “kendi özünü yadsıyanlar” diye adlandırır. Hep bu havada; “ tutucu”, “taklitçi”,”gerici”,”türedi”,”uygarlık düşmanı”, “kültür köçeği” türünden aşağılayıcı yakıştırmalar gider gelir, gider gelir iki arada. (S72)

Türkiye’de Avrupa kültüründen yana olanlar: Temelde ekonomik-politik bir kuruluş olan Avrupa Topluluğu, Avrupa’dan gelecek olan dayanışmayla, başta sanayinin türlü kolları olmak üzere, turizm, tarım, ulaşım, ticaret alanlarıyla güncel yaşamda, sağlık, eğitim, hukuk, bilim, sanat gibi önemli kültür kesimlerinde eskiden daha güvenli, tutarlı ve zengin konumlara getirecek Türkiye’yi. (S74-75)
Türkiye’de Avrupa topluluğuna girmek istemeyenlerin öne sürdükleri sav ise; Avrupa topluluğuna girmek ergeç Avrupa kültürü içinde kaynayıp gitmektir. Buysa dinimiz geleneğimiz adına istemediğimiz bir şey. Zaten istemiyoruz da, çeşitli nedenlerle dışlıyor bizi Avrupa. Neyimiz, neleriyle ortak onların ? Aşağılıyorlar bizi, kendimize özgü kültür değerlerimiz umurunda mı onların. (S75)
Türkiye Avrupa ilişkileri, daha nice tartışmaları beraberinde getirecek bir konu.(S75)

Kendi kültürümüzü sahiplenmemize karşı yazar, Batı kültürünün, dünya kültürü, dünya kültürünün de Batı kültürü olduğunu savunuyor. Diğer kültürlerin dünyanın diğer güzellikleri olduğunu savunarak emperyalizmin ve özellikle Batı kültürünün benimsenmesi gerektiğini şu sözlerle savunuyor:

Batı, dünyalaşıyor. Dünya, Batılaşıyor. Böylesi bir yaşam doğrultusunun içindeyiz hepimiz. Herkesi sarıp sarmalayan bu kültür havasında soluk alıp veriyoruz: neyimiz var, neyimiz yok hep bu havada olup bitiyor. İste isteme, bil bilme, ortak yazgımız; dünyayla bütünleşen batıyla bütünleşen dünya, anlatamayacağım bir heyecan veriyor bu tarihsel oluşum. (S78)
Uçsuz bucaksız genişliği, inilmez derinliği var kültürlerin. Kısırlaştırıcı bakışlarla, tek yanlı indirgeyişlerle gönlümüzü karartmaya, kendimizi birçok güzelliklere kapamaya hakkımız olmadığı inancındayım. (S78)

Türkiye’nin kurtuluşunu, gelişmesini ve güçlenmesini tamamen Batı örnek alınarak gerçekleşebileceği öne sürülüyor. Bu bize tıpkı Jön Türkleri ve tabiî ki Osmanlı Devletinde ki İttihat ve Terakki Cemiyetinin aydınlarının savundukları Batı görüşlerini hatırlatıyor. O dönemlerde de tek kurtuluş yolunun Batı özentiliği olduğu savunuyordu. Ancak bu düşünce bize çok pahalıya mal oldu.

Özüm için, ülkem için, dünya için: Batı’nın karşısında, Batısız, Avrupasız yaşamak söz konusu değil. Kişi, ülke, toplum, yönetim istese de istemese de bu böyle, gerçek bu. Hiçbir tek ben hiçbir ülke, ayırtına varsa da varmasa da, kendini aşıp dünyalaşan Avrupa’nın Batı’nın kendini aşıp Avrupalaşan, Amerikalılaşan, Batılılaşan dünyanın dışında değil, kalamaz da. Bu bağlamda özelliği var Türklerin, gerçek şu Türkler için, abartısız gerçek: kaypak, gönülsüz çürük çarık eylemsel başlangıçlardan sonra, bölük, pörçük, kuramsal-kavramsal yaklaşmaların ardından, tümüyle Batı’yı benimsemeye geçti Türkiye. Özellikle, Avrupa’nın, tam da Türkiye’ye çullandığı bir dönemde Avrupa’ca bir bağımsızlık gerçekleştirmeye yöneldi Türkiye. Kurtuluşunu, Avrupalılaşmayla, Batılılaşmayla özdeş özdeş ortaya koydu. (S81)



Türkiye’nin dünyayla bütünleşme serüveninde bir ülke olması gereğine; bu uğurda hiçbir çabayı esirgememesi gereğine inanıyorum. Herkesin baş görevi olmalı bu, tutumlar ister resmi ister özel olsun. Dünyayla bütünleşme büyük ölçüde Avrupalılıktan geçtiğine göre; dünyalaşma bir bakıma Avrupalılaşma, Batılılaşma olduğuna göre; gereken durumlarda gerektiği gibi Batıca yaşayıp davranma alışkanlığını, bu yaşam ve davranışı varlığımızın canı diye benimseme alışkanlığını edinmeliyiz. (S82)

Avrupalılaşma, Batılılaşma dünyalaşma demek yazara göre. Dünya Avrupa ve Batı etrafında dönüyor(!) Düşüncesi kitabın her noktasında sık sık dolaylı ve direk yollardan okuyucuya aşılanıyor. Tamamen batıya yönelmek çağdaşlaşmak adına temel amaç vurgusu yapılıyor.
Kültür-Uygarlık-Batı Kültürü
Kendi kültürünü savunanlara ilişkin Nermi Uygur, Bağnaz, geri kafalı, çağ dışı, ve hatta kültür köçeği olarak şu sözlerle eleştiriyor:

Ne iri sözcük şu “kültür”. Öylesine bol bulamaç yüklü ki. Özellikle çağımızda. Şişinme, gösteriş, çıtkırıldımlık, kandırmaca, bireylerin yaşamını güdükleştirme, kuşak kuşak insanı zorla gütme, soykırım, “kültür” adına kol gezmekte. Kendimize dönelim “kültür bizim her şeyimiz”, “Bizim kültürümüz bize yeter”,”Yabancı kültürden sakınalım”, “Kültür her şeyin üstünde” gibi türünden kimi düpedüz bağnaz, kimi bağnazlığa eğitimli çığlıklar sarıyor çoğu kez ortalığı. Kültür köçeklerinden, kültür bezirganlarından geçilmiyor. (S93)
Her kültür bir okyanus.
Nice
Derinler
Sığlar
Adalar
Akıntılar
Kıyılar
İklimler                 --------------------\ Uygarlık var,
Limanlar               --------------------/ uygarlık var. (S100)
Tepeler
Vadiler
Yanardağlar
Bitkiler
İnsanlar, İnsanlar

Beylik sözlerden, tek yanlı savlardan uzaksan, kültür işlerinde söylediklerinle kimseye yaranamazsın; yaranmak önemli olmadığına göre, yolunda yürü sen.
İnsan kültürün: hem başlangıcı, hem ortası, hem sonu. (S102)
Batı’nın değerinin, tüm insanlığa sevgi ve saygıda odaklaşan çağdaş değerler üretip uygulamada olduğunu vurguluyor yine yazar tarafsızlıktan uzak denilebilecek Batı yanlısı bir bakış açısıyla adeta. (S105)

Nermi Uygur Batı’nın tekniğini almakla Batılı olunmadığını ve Batılı olmayanların ise çağdaş olamayacağını aktarıyor bize kitabın ilerleyen sayfalarında.

İstediğin kadar Avrupa-Amerika teknolojisini al, bir ölçüde Batılı olabilirsin belki, belki,-çağdaş değilsin gene de. Kavramın, tasarlana bilen her anlamında, tüm insanlığa saygın-sevgin yoksa, Batılı değilsin (S106)

Her kültürde korku başka, yanılmıyorum. Çinli: asık surattan ürker, gel gör ki, boş gülümsemeler kol gezer onda. Hintli boş laftan ürker, gel gör ki boş boş yazılardan geçilmez orda. Eski Mısır: değişkenlikten ürker: gel gör ki, değişimler engellenememiş orda. (S110)

Bu sözlerle de yazar değişimin karşısında durulamayacağını ne olursa olsun kültürel değişimin olacağını sözlerine ekleyerek vurguluyor. Avrupa’yı ise şu sözlerle açıklıyor yine Batı yanlısı bir yorumla adeta yazarımız:

Avrupa dediğin: Çıkardan, ilişkilerden, mal alış-verişinden doğal komşuluklardan fazla bir şey. Avrupa: eski-yeni, köklü, çelimsiz, bilinçli-bilinçsiz, önemli önemsiz, açık-gizemli ortaklıklar, benzerlikler, dayanışmalar… Avrupa: çeşit çeşit değerde sevgiler, akrabalıklar, inançlar, zevkler, yatkınlıklar… (S112)

Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya

Yazarımız burada güçlü olan kültürün, güçsüz olan kültürü yeneceğini söylüyor, bu saptama doğru olabilir ancak kendi kültürümüzün neden güçlü olamayacağını ise bize açıklayamamaktadır. Eğer güçlü olanlar zayıf olanları eziyor ve yutuyorsa biz neden yutulan taraf olalım ki ? Mücadele edip kültürümüze sahip çıkıp geliştirerek güçlü kültürler arasında bir yer bulmak varken hemen pes edip diğer kültürlerimi kabulleneceğiz yani ? İşte yazarımızın bu konuda ki görüşlerini şu sözlerle dile getiriyor:

Romalı askerler, Yunan askerlerini dize getirdi. Gene de, yüzyıllar boyu, tüm Roma İmparatorluğunu biçimleyip yoğurdu Eski Yunan kültürü. Hangi kültür güçlüyse, daha az güçlü kültürü yener. (S122)


Mermi Uygur, Japonya’dan örnek vererek sürdürüyor görüşlerini; Japonya’nın sadece Batı’nın tekniğini almadığını kendi kültürünü unutup Batılılaştığını söylüyor. Ancak Japonya’nın bu nedenle söz sahibi olduğunu vurguluyor sözleriyle; oysaki Japonya Amerika ve Avrupa’nın kültürüne bugün en fazla karşı koyan kültür olarak adından söz ettiriyor. Gelenek, görenek, örf ve adetlerinden taviz vermeden teknik alanda dünyada büyük söz sahibi ve bunu kültürel emperyalimzme karşı çıkarak başarmış önemli bir ülke Japonya. Japonya’dan sonra ise kendi kültürüne sahip çıkarak yaşamını sürdüren ikinci ülke ise bazı yazarlara göre Türk toplumudur. Ancak ne yazık ki Nermi Uygur, kendi kültürünü savunanları geri kalmış, çağ dışı, kültür köçekleri ve bağnazlar olarak nitelendirmektedir. Kesinlikle Batılılaşmanın sadece teknik alınarak olmayacağını aynı zamanda kültürünün de benimsenmesi gerektiğini söylüyor adeta şu sözleriyle:

Batı bazı bakımlardan kendinden aşağı görmez Japonya’yı. Batıya göre; Adam akıllı Avrupalılaşmış, Amerikalılaşmış, bir takım teknik becerilerde imrenilecek bir biçimde ileri gitmiş bir toplum, son derece gelişmiş bir uygarlık günümüzün Japonya’sı. Bunun içindir ki, kararlarında Japonya’ya da yer verir Batı. Ancak Japonya ne Avrupa’dır, ne Amerika’dır. Teknikçe Avrupalılığı benimsemiş bile olsa, yabancı bir kültürdür Japonya. Bu durum: üstün körü düşünenleri, tez sonuçlara sıçrayıp geçersiz kuramları ve önyargıları pekiştirmek isteyenleri sevindirebilir. Şöyle sanırlar: Hep diyorduk, işte inandırıcı bir örnek: Kültür ile teknik ayrılabilir. Batıdan tekniği çek al, sürdür gitsin kendi kültürünü. Oysa gerçek şu: Japonya batının kültüründen bazı şeyleri kendi kültürüne katıp özümsemeyi başarmış bir kültür. Böylece kendi kültüründe pek çok bakımdan değişiklikler gerçekleştirmiş Japonya. “Batılılaşmak mı istiyorsun tekniği çek al kendi kültürüne aktar olsun bitsin sonrada her şey eskisi gibi sürsün gitsin!” diye düşünen bazı Türk aydınları tersini dilese, savunsa da gerçek buymuş gibi geliyor bana. (S125)

Batılılaşma düpedüz kültür politikası değil. Batılılaşma: kuşatımlı bir uygarlık bilinci. Batılılaşma; tasarlanabilecek tüm kültür politikalarını taşıyan temel; adı türü kapsamı ne olursa olsun, çeşit çeşit bilinçlenmelere varlık ve anlam biçen temel. (S127)

Yazar Müslümanlığın Batı kültürü için kalkan olarak kullanıldığını söylüyor. Yunus Emre’nin bir Türk yazar olduğunu ancak Batıdan etkilendiğini batı kültürü sayesinde eserler verebildiğini ima ediyor. Kısaca Nermi UYGUR, her şeyi batıya endeksliyor, Yunus Emre’yi bile…

Kişi, toplum olarak Türk kültürü söz konusu edildi mi: Batı’dan gelebilecek “ tehlikelerin “ önüne kalkan kurmak için Müslümanlığı koymak; batıdan gelebilecek güzellikleri daha baskın değerlerle zararsız kılıp sindirmek için, Müslümanlığı kalkan etmeye çalışmak boşuna çaba. Böylesi bir tutum, Batı uygarlığını yanlış anlamak demek. Ne batı kültürü yalnızca Hıristiyanlık, ne Türk kültürü yalnızca Müslümanlık. (S130)

Yunus Emre yüzde yüz bir Türk ozanı Türk düşünürü olarak nitelendiriliyor. Gerçekten de öyle. Gel gör ki onun kökenlerini Orta Asya mutasavvuflarına dayatıp böylece Türklüğünü daha bir pekiştirmek isteyenler var. Buna da çoğun Türklüğü yüceltmek ve pekiştirmek için başvuruyorlar. Bu bağlamda önemli bir gerçeği unutuyorlar çoğu kez: Yeni Platonculuğun etkisinde Yunus. Yeni Platonculuksa, Eski Yunanistan ile Hıristiyan Ortaçağına doğru yönelimlerin karması bir akım; başka türlü dendikte, bir Batı akımı. Ama bence, bu kuşku götürmez saptama, Yunus’un değerini hiç mi hiç azaltmaz. (S131)

Türk Halkının Batılılaşmada ki en önemli sorunu İslam dini olarak değerlendiriyor yazar daha da ileri giderek Avrupalılaşmak için İslam dininde bazı düzeltmeler yapmak gerektiğini söylüyor:

Türk halkının hemen hemen hepsi İslam dininden. Türkler devletçe, halkça Avrupa’yla bütünleşmede istençli. Öyleyse Avrupalılaşmanın en kolay yolu, İslam da “bazı” düzeltmeler yapmak. (S135)
Şöyle yada böyle, kendi uygarlığının sınırları dışına çıkmamış bir insan, önünde sonunda kendi uygarlığını en yetkin uygarlık diye görmeye başlar. (S144)
Dünya, kültürce Batı gemisinde.
Batılı, mutluluğu ararken, Doğu’ya da gitse, Kuzey’e de çıksa, Güney’e de inse hep Batı’ya gidiyor aslında. (S146)

Yazarın son sözlerinden ise anlaşılan mutluluğun kaynağını nerede ararsanız arayın batıda mesajı veriliyor. Nermi Uygur, yazımızın başında da belirttiğimiz gibi nesnel ve tarafsız bir bakış açısıyla Batı toplumuna bakacağını söylüyor. Ancak bize göre Batı yanlısı bir bakış açısıyla objektiflikten uzak saptamalarla Batı kültürünün ve uygarlığının diğer bütün kültürlerin atası olduğunu söylemektedir. Batı kültürü ne olursa olsun bazılarının iştahlarını kabartmakta ve dünyada ki bütün gençler neredeyse Batılılaşma hayalleri kurmaktadır diyor yazar. Tabi ki bunda emperyalizmin etkisi olduğu aşikar; yapılan sinema filmleri, dizi filmler televizyon yarışma ve eğlence programları tamamen Batı’dan ithal edilerek ülkelere veriliyor. Batı kültürünü yaymak için elinden gelen her şeyi yapıyor Batı. Eğitim alanında da Batı kendi dilinde eğitim verildiğinde bir çok ayrıcalıklar sağlıyor. Sızmak ve kendi kültürünü yaymak istediği toplumları yavaş yavaş, sistemli ve stratejik bir şekilde planlar ile ele geçiriyor.  Çeşitli toplum ve ülkelerde eskiden kendi dilinin konuşulmasını cebir yoluyla dikta eden Batı şimdi ise günümüze ayak uydurarak bunu çeşitli ödüller öne sürerek ülkelere veya toplumlara günülü kabul edebileceği şekillere büründürerek sunuyor. Okuduğumuz gazetelerde, İzlediğimiz Televizyon Programlarında, Sinema filmlerinde, Eğitim aldığımız okullarımızda hatta Ailemiz de bile Batı özentiliği ve kendi kültürünü küçümsemeye yönelik durumlarla karşılaşmamız mümkün. Ancak şu unutulmamalıdır ki toplumlar ve ülkeler kendi kültürleri ile ayakta kalırlar, kültürü olmayan bir toplum yok olmaya eriyip gitmeye mahkumdur. Türk Milleti ve Halkının çok uzun ve zengin kültür yapısı mevcuttur. Neden Batı kültürüne hayranlıkla bakmak yerine kendi kültürel yapımızı kabul edip zenginleştirme ve bunun için mücadele etme davranışında bulunmayalım ki, Batı kültürleri bugün güçlü olabilir. Bu bizim tembelliğimizden ve Batı özentiliğimizden kaynaklanan büyük bir sorunda olabilir. Ancak sorunları çözmek için taklit etmek ve o topluma sığınmak değil kendi kültürümüze uygun çözüm arayışları, ıslahatlar ve reformlar zannediyorum en doğru olanıdır. Hiç tanımadığımız veya azda olsa tanıdığımız bir kültürü alıp kendi kültürümüzü yok sayarak endekslememiz bugünümüz ve geleceğimiz açısından telafisi olmayacak sonuçlar doğuracaktır. Bunun için çocuklarımızı eğitirken sadece saf bilgi ile yüklemek onları pragmatik, faydacı birer birey haline getirecektir ve buda onları Batıya yönelme ne varsa Batıda var bu ülkede yaşanmaz deyip adeta tabiri caizse, “Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyor” deyimine uyduracaktır. Her şeyden önce kendi kültürümüzü çok iyi şekilde çocuklarımıza kavratmamız gerekiyor. Türk kültürel yapısını, değerlerini, tarihini, dinini, geleneğini ve göreneklerini öğreterek çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Sadece boş bilgi yığını ile yetiştirilen bir nesil gayet tabii Batıya yönelecek ve kendi kültürünü, atalarını, gelenek ve göreneklerini hatta ailesini bile küçümseyecektir. Bu konuda Türk aydınların, Öğretmenlerin ve Ailenin üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla yapmaları gerekmektedir. Batı emperyalizmi bütün toplumları tehdit etmektedir. Bu noktada Japonya ve Türkiye dünyaya örnek gösterilirken, bazı aydınların kültür konusun da ortaya koydukları eserler; Batı kültürüne hayranlık uyandıran ve kendi kültürünü adeta yok sayan nitelikler taşımaktadır. Türk toplumuna yanlış algı, tutum ve davranışları telkin etmektedir. Burada çözüm Batı kültürünü olduğu gibi almak değildir aksine kendi kültürümüze dört elle sarılarak başka kültürlerin bizim kültürümüzü örnek alması için elimizden geleni hatta daha fazlasını yapmalıyız. Daha fazla çalışmamız araştırmamız ve eleştirmemiz, hazıra konmak yerine bir şeyler ortaya koymamız kültür kölesi olmamamız için önemli vazifelerimizdir.
                                                                                                          BURHAN SANUK



Mermi Uygur’un Kültür üzerine görüşlerine karşı eleştiriler:


Atalay GİRGİN
Dil ve kültür üzerine fenomenolojik, betimsel bildirsel görüş ve düşüncelerini aktaran Uygur, bu yazıyı da ilgilendiren eğitim konusuna gelir. Eğitim, eğitimci ilişkisini çok kültürlülük bağlamında ele alarak iletir düşüncelerini.
Uygur, günümüzde eğitimin, eğitimbiliminin çok kültürlü olması gerektiğini öne sürer. Hatta ona göre çok kültürlülüğe, çok dilliliğe birinci dereceden önem verilmesi gerekir. 
“Gerçek bir Avrupa birliğine (...) yardımcı olacağını umduğumuz geleceğin eğitimcisi için, (...) çok kültürlülük bilinci eğitimin en sağlam temelidir” der Uygur. Bu doğrultuda, “Çok kültürlü eğitimbilim o saygıdeğer, geleneksel tek kültürlü eğitimbilimin yerini almalıdır.” Çünkü ona göre, “Zamanımız için gerekli bir buyruk durumundadır çok kültürlü eğitimbilim.”
Çok kültürlülük verilerini gözlemek için, örneklerini bulmak için Türkiye toplumu yeterince zengin değil mi acaba, demekten geri duramıyorum.
Ancak, “tek kültürlü” eğitimden “çok kültürlü” eğitime geçmek, “kuşkusuz hiç de kolay bir şey değil”dir. Bunun gerçekleşebilmesi yolunda, öncelikle “eğitimciler ile dil ve kültür filozoflarının yeni bir öz bilince varması gerekir.” Dahası, “kendini çok kültürlülüğe adayan eğitimbilimci, kültür-politika-ahlak yönünden birtakım önyargılardan sıyrılmalıdır” der Uygur.
Eğitimcilerin, dil ve kültür filozoflarının önyargıları, elbette bilinir ki, öncelikle “o saygıdeğer” diye nitelenen “tek kültürlü” eğitimin eseridir. “Tek kültürlü” eğitim, toplumsal gerçekliğin, tarihsel ve güncel anlamda veri olan çok kültürlülüğünü, çok dilliliğini, tekbiçimli  kılmak üzere tasarlanmış ve oluşturulmuş bir cenderedir, dünyanın her yerinde. Toplumsal ve kültürel gerçekliği, tek bir renge boyamak, tek bir biçime büründürmek için tasarlanmış ve uygulanmış olan “tek kültürlü” eğitimin ne denli “saygıdeğer” sıfatını hak edip etmediği ise apayrı bir konu...

http://arsiv.mevsimsiz.net/y-1378/Nermi_Uygur_un_Egitime_Yaklasimi/


Cengiz GÜNDOĞDU
Mehmet akaya şöyle der, ?Uygur açısından kültür, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir.?

Evreni Yoğurmak?
Kültür sorununu, Nermi Uygur dallı budaklı ele almıştır. Mehmet akaya şöyle der, ?Uygur açısından kültür, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir.?
Gerçekten de kültürü insan yaratır, ama kültür de insanı yaratır.
Her kültür dilde kendini belli eder. Bu açıdan kültür, insanla hayvanın ayrıldığı noktadır.
İnsanoğlu yabanıl doğayı değiştirmiş, evler, yollar, taşıtlar yapmış, çeşitli besin kaynakları bulmuş. Doğayı değiştirerek oluşturduğu kültür bu kez insanı değiştirmiş. Sözgelimi, antik dönemde aşkın dışavurumuyla, çağımızda aşkın dışa vurumu değişiktir. Bu değişikliğin nedeni, kültürün değişmesidir.
Kültürün, dolayısıyla dilin evreni yoğuruşu der, Nermi Uygur. Şöyle ?Deveye ilişkin bin bir durumu belirtebilen Arapçanın evreni yoğuruşu ile bu belirlemelere yer vermeyen Almancanın evreni yoğurması birbiriyle özdeş değildir.?
Her kültür evreni yoğururken, o kültürdeki davranışları, sözleri, oturma kalkma biçimlerini insan için doğallaştırır. Bundan ötürü kültür değişimleri sancılıdır.
Mehmet Akkaya şu sözlerle Nermi Uygur?un kültür-dil ilişkisini gösterir. ?Dili, kültürden giderek açıklayan ve kültürün de dil aracılığıyla geliştiğini düşünen Uygur, bize şu örnekleri anma imkanını vermektedir. Farklı toplumların dilleri de farklıdır. () Mesela hiç çağlayan bulunmayan bir toplumun dilinde çağlayan sözcüğü de görme veya düşünme yönünde olsa kavramlaşamaz.
Ayağını yorganına göre uzat deyimi yorgana ihtiyacı olmayan sıcak iklim kuşağı toplumlarda türetilmeyecektir.?
İnsanoğlu evrene, evrendeki varlıkları dille görür, ona göre adlandırır. Bu adlandırmayı akaya şu örnekle gösterir. ?Uygur yine Almancadan ve Türkçeden örnekler veriyor. Ona göre anadilde hayvan alanı içinde evcil hayvanı, yırtıcı hayvanı, kuşu, kurdu ya da sürüngeni anlayacaktır. Aynı kişi Türkçenin içinde doğsaydı aynı varlık alanında hayvan, böcek, kuş ve balık gibi dört çeşitle karşılaşacaktır.?
Yine Türkler güneş doğuyor der. Bu nesnel gerçekliğe aykırı, yanlış bir sözdür. Burda sorun şudur. ?Türkçe konuşan toplulukların varlık anlayışlarıyla ilgilidir. Türkçe konuşanlar her varlığı canlı olarak algıladıklarından Güneşi de canlı algılıyorlardı. Güneş doğuyor sözü o zamanın dünya görüşüne uygundu, doğruydu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder